“Bir gün mahşer olur, divan kurulur…”
Soluk sarı renkteki kalın taş duvarları, dört köşesinde göğe doğru yükselen sivri kuleleri, uzanıp giden ışıksız pencereleri ile gün ışığında bile ürkütücü olan kışla, gecenin ilerlemiş saatlerinde daha da korkutucu bir hal aldı.
Askeri araçtan indirildi ve nedense koşturularak kışladan içeriye sokuldu. Elleri kelepçeliydi. Gecenin bir yarısıydı. Her taraf asker doluydu. Kışlanın önü deniz, arkası mezarlıktı. Kısacası kaçması asla mümkün değildi ama her iki koluna girmiş olan askerler, ona durmadan ‘koş, koş’ deyip, sürüklüyorlardı.
Mecburen koştu. Elli altı yaşının ve yüksek tansiyonunun izin verdiği kadar hızla koştu. Nefesi kesilinceye kadar koştu. Nöbetçi subayın odasına girdiler. ‘Evrak teslimi’, ‘hüviyet tespiti’. Sonra biraz soluklandı.
Odaya doğru yaklaşan koşma sesleri duydu. Kalp atışları iyice hızlandı. Bembeyaz olmuş yüzünü ve dehşetle açılmış gözlerini kapıya dikti. Önce askerler girdi içeri. Sonra da tıpkı kendisi gibi zorla koşturuldukları için nefes nefese kalmış, elleri kelepçeli sivil insanlar gördü. Beş kişi. Hepsi de arkadaşı olan beş insan.
Bakakaldı. Onları buraya yakıştıramadı. Daha geçen yaz bu insanlarla birlikte masmavi bir dünyada olduklarını anımsadı. Giritli İsa Kaptan’ın gece mavisine boyanmış, Bodrum işi şıkırdım guletindeydiler. Geniş kıç güvertede ya da bangaçada oturmuş, sohbet ediyorlardı. Kekova’dan, Kalkan’dan, Kaş’tan geçiyorlardı. Tepeden tırnağa mavilikler içindeydiler. İskele tarafındaki uzak Yunanistan kıyıları sisli mavilere bürünmüştü. Sancak tarafındaki yakın Türkiye kıyıları ise, içinde yer yer zakkum pembelerinin patladığı, nefes kesici bir lavanta mavisiyle kaplanmıştı.
Bu kıyılarda eskiden oturmuş ve Akdeniz’in bu hoppa sularında tıpkı kendilerinin yaptığı gibi tekne yürütmüş olan eski hemşerilerden söz etmişlerdi. İşte şu karşı yamaca dantela gibi işlenmiş kaya mezarlarının sahipleri olan Likyalılar ile Lidyalılar, Karyalılar, Misyalılar, Leleglerden konuşmuşlardı.
Oysa şimdi buradaydılar. Bir gece yarısı, elleri kelepçeli, neyle suçlandıklarını bile bilmeden, dipsiz koridorlarla, bitimsiz merdivenlerle örülü, dev gibi kocaman bir askeri kışlada, başlarına ne geleceğini asla kestiremeden, öylece oturup duruyorlardı.
İçi daraldı. Kendisini........
© Muhalif
