NASIL SÖMÜRGE OLUNUR: EL KİTABI!
BERGAMA’DAN SİYANÜR GÜNLÜKLERİ-20
Sömürge olmak için, ille de bir imparatorluğun ordularıyla işgaline uğramanız gerekmez.
Bazen bu süreç çok daha sessiz işler.
Bu yöntem çok daha “modern” ve çok daha kârlı görünür.
Bu kez ellerinde, güçlerini kutsayan kutsal kitaplar değil; sözleşmeler, yatırım planları, kredi paketleri ve reklam katalogları var.
Tanrılar değil artık, altın konuşur.
Ve eğer bir ülkenin toprağı, dağı, nehri ile ilgili işlemler halktan değil de şirketlerden yana kararlarla yönetilmeye başlamışsa...
Eğer halk, yaşam alanlarını korumak için direniyor; “Karar Vericiler”, o halkın değil de sermayenin yanında saf tutuyorsa...
Eğer “yatırım” adı altında doğa zehirleniyor, kamu görevlileri susturuluyor, bilim ses çıkarmaz hale getiriliyor, medya satın alınabiliyorsa...
İşte orada bir ülke, kendi rızasıyla sömürge olmaktadır.
Tarihte bu süreçlerin çok örneği var.
Ama biz bu yazıda, bir tanesini — Türkiye’nin siyanürlü altın madenciliğine açılış hikâyesini — anlatmaya devam edeceğiz.
Bergama’dan başlayarak, nasıl zehirli bir kıskacın içine girildiğini, kimlerin neleri görmezden geldiğini, kimlerin direndiğini ve bu sürecin bize nasıl “sömürge olmanın el kitabı” gibi okutulduğunu adım adım göreceğiz.
Çünkü altın, hâlâ parlıyor.
Ama ışığı, artık toprağı yakıyor.
(Bergama-Ovacık’ta artık dışardan getirilen altınlı cevherin işlendiği zehir fabrikası ve atık havuzları)
***
Tabii ki eski çağlarda Midas zamanından, Amerika’daki “Altına Hücum” maceralarından bu yana derelerden çok sular aktı.
Çay yataklarındaki çakıllar arasında “altın” tanecikleri bulma dönemleri çoktan bitti.
Günümüzdeki vahşi kapitalizmin en tehlikeli kollarından “siyanürcü ahtapot”, siyanür gibi, sülfürik asit gibi dünyanın en ölümcül zehirlerini kullanarak toprakta bulunan1 gram gibi az miktardaki altını bile maden sayıp, cevherden ayrıştırıp elde etmeye çalışıyor,
Türkiye topraklarının da zehirli altıncıların faaliyet alanına girdiğini artık sokaktaki çocuklar bile biliyor.
Tabii ki Bergama’da 2001 yılında işletilmeye başlanan Siyanürlü Altın Madeni Türkiye’deki bu tür zehirli madenciliğin ilkidir.
Anadolu’da var olduğu söylenen 560 altın cevheri bölgesine hırsla dalan Dünya’daki büyük finans ve madencilik şirketlerinin ve yerli türevlerinin ilk direnişle karşılaştığı yerdir Bergama.
Topraklarına saldıran çok uluslu şirketlerin çok güçlü olmalarına karşın Bergama’nın köylüleri ve kentlileri Mühendis odalarından, Üniversitelerin yurtsever Bilim İnsanlarından, toplumsal hak aramasını savunan Hukukçulardan aldıkları bilgilerle, Yerel Yönetimin, Belediyenin de desteğiyle oldukça bilgilenmişler ve her şeyin farkındaydılar.
Çevreleri ve çocuklarının yaşamlarını tehdit edecek zehirli işletmeye çevre köylüleri duyarlıydı. Siyanürlü altıncılığa tümden karşıydılar.
Bir yanda canlarını korumak isteyen “halk” öte yanda “Dünya’nın para babaları”.
Siyanürcü Ahtapot ve zehirli kolları!
Kimler kimler yoktu ki siyanürcü şirketler arasında:
Alman Metallgesellschaf, Alman Dresdner Bank, Alman Degussa, Fransız BRGM, AvusralyalıNormandy Poseidon. Kanadalı MetallMining, ABD Newmont, ABD AAC, İngiliz New Scotland Bank. Ve ülkeye giren çıkan başka şirketler.
Çok büyük bir pastaydı Anadolu!
Bergama da bu pastanın ilk dilimi!
O yıllarda TMMOB (Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği), siyanürcü madenciler için Bergama’nın bir ‘geçit’ olduğunu ve bu geçidin aşılması durumunda 560 siyanürlü altın madenine daha izin verileceğini ve böylece tüm ülkenin siyanürlü atık barajı haline geleceğini bildiriyordu.
(Kışladağ-Eşme-Uşak açık ocak siyanürlü altın madeni: İşleten Kanadalı El Dorado şirketine ait TÜPRAG)
***
Emperyalizm, yabancı bir ülkeye sermaye getirilişi bağlamında, sömürgeciliğin çağdaşlaşmış halidir.
Amacı tabii ki girdiği ülkeleri sömürmek; emekçilerin emeğine ucuza el koymak, yatırdığı kapitalin üstünde kat be kat kar elde etmek, onu da alıp götürmektir.
Hem de vahşice!
100-200 yıl önce, İlkel Sömürgecilik/Kolonyalizm döneminde söylendiği kabul edilen; bir Afrika yerli liderine ya da Kızılderili bir şefe atfedilen: “Onlar geldiklerinde ellerinde Kitapları (İncil) vardı, bizimse topraklarımız. Gözlerimizi kapatıp dua etmemizi söylediler. Gözlerimizi açtığımızda bizim topraklarımız gitmiş, onların Tanrısı kalmıştı." ifadesi durumu çok yalın anlatır.
Görünen o ki şimdi ise “onların parası var bizim topraklarımızda altınımız, gözlerimiz açtığımız zaman ise onların daha çok parası, altını olacak bizim kirletilmiş, zehirlenmiş topraklarımız”, demek hiç de yanlış olmayacak!
(Romanya Baia siyanürlü altın madeninde atık barajının patlaması........© 12punto





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Waka Ikeda
Mark Travers Ph.d
John Nosta
Daniel Orenstein