menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sinema tadında soygunlar…

32 13
27.09.2025

İnsanların sinemada izlemeye en çok rağbet gösterdiği türlerdendir, soygun ve hırsızlık filmleri. Kimi zaman zekice kurgulanmış bir banka soygunu, kimi zaman sistemin adaletsizliğine karşı örgütlenmiş bir çete, kimi zamansa karizmatik ama "kural tanımayan" bir dolandırıcı… Bu hikâyeler, izleyicide merak ve heyecan uyandırdığı kadar, garip bir şekilde suçla empati kurdurma yeteneğine de sahip.

Bu tür filmler izlenip geçilen masum eğlenceler olarak görülebilir elbette. Ancak sinema perdesinde başlayan bu suçla empati kurma hali, gerçek hayata taşındığında, toplumsal vicdanın ve adalet algısının aşındığı, çok daha ciddi bir zemine dönüşüyor.

Dünya sinemasında bu türün öncüleri arasında sayabileceğimiz yapımların listesi uzun:
Ocean’s Eleven (2001) – Las Vegas’ta üç ayrı kumarhaneyi aynı anda soymayı planlayan karizmatik bir ekip.
The Italian Job (2003) – İhanete uğrayan bir ekibin zekâ dolu intikam planı.
Inside Man (2006) – Bir banka soygunu olarak başlayan ama sistem eleştirisine dönüşen bir yapım.
Heat (1995), The Town (2010) ve Inception (2010) gibi filmler ise suçun arka planını daha felsefi, psikolojik ve teknik derinlikle ele alan örnekler.

Ancak bu türü global anlamda en çok gündeme taşıyan yapım, şüphesiz La Casa de Papel oldu. İspanya Kraliyet Darphanesini soyan bir grup karakter, sistemin adaletsizliğine karşı ayaklanan "modern kahramanlar" gibi sunuldu. Dizi, üniversite kampüslerinden sokak protestolarına kadar semboller üretti. “Bella Ciao” marşı yeniden popüler oldu. Karakterler, suç işliyor olmalarına rağmen kitlesel bir sevgiyle karşılandı.

Neden? Çünkü bu hikâyeler, sistemin çürümüşlüğü karşısında suçun bir adalet arayışı olarak sunulduğu bir çerçeveye oturtuluyor. Bu da izleyicinin, “belki de bu hırsızlar........

© Yeniçağ