menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

NASIL BİR ALLAH ANLAYIŞINA SAHİBİZ?

19 0
22.11.2025

NASIL BİR ALLAH ANLAYIŞINA SAHİBİZ?

İnsanoğlu, yaratılışı itibariyle somut varlıklarla ilgili kavramları daha kolay algılama yeteneğine sahip olduğu halde, soyut varlıklarla ilgili kavramları algılama yeteneğine sahip değildir. Bu nedenle insanoğlu, çoğu kere soyut varlıkları algılamak ve anlamak için somut varlıklarla mukayese etme ihtiyacı hisseder. Nitekim tarihi süreç içinde insanların, çoğu zaman soyut bir Tanrı anlayışını kavramakta zorlandıkları için görünür simgelere yöneldikleri anlaşılmaktadır. Zira vacibu’l vücud olan bir varlığı ifade eden Allah, soyut bir kavramdır ve insanlar tarafından doğru bir biçimde algılanması mümkün olmamakta/ olamamaktadır.

Bu nedenle Allah Teâlâ’nın, Kur’an’da kendini tanıtmak için, bilinenlerden bilinmeyenlere giden bir yöntem uyguladığı; diğer bir ifade ile soyut konuları somut kavramlar ile açıkladığı görülüyor. Nitekim oluşturmak istediği Allah anlayışının merkezine tevhid ilkesini yerleştirdiği ve bunu ifade eden surede “O Allah’tır, bir tektir. Her şey O’na muhtaçtır. O doğurmamış ve doğurulmamıştır.”[1] dediği bilinmektedir. Zira bu ayet, Allah’ın tekliğini, benzersizliğini ve kudretini ifade eder.

Kur’an’da Allah; hem aşkın/müteâl, hem de içkin/mukârreb bir varlık olarak tanıtılır. Bu bilgi, Müslümanların Allah’la kurduğu ilişki biçimini belirler. Ancak bu bilginin, tarihî süreç içinde kültürel ortam, düşünce geleneği ve bireysel tecrübeye göre farklı şekillerde anlaşıldığı ve yorumlandığı da görülmektedir.

Nitekim klasik İslam düşüncesinde Allah anlayışının üç ana çizgide oluştuğu ve geliştiği bilinmektedir. Bunlardan birincisi, Eş’arî ve Mâturîdî ekollerinin temsil ettiği kelâmî çizgi; ikincisi Farabî ve İbn Sînâ gibi İslâm filozoflarının temsil ettiği felsefî çizgi ve üçüncüsü de mutasavvıfların temsil ettiği sûfî çizgi. Bu çizgilerden her birinin kendilerine özgü bir Allah anlayışı oluşturdukları ve savundukları anlaşılıyor. Nitekim kelâmî çizgi, Allah’ı “ vacibu’l vücud” bir varlık olarak tanımlarken; felsefî çizgi Allah’ı “ilk neden” ve “zorunlu varlık” olarak açıklamışlardır. Sûfî çizgiyi ise daha ziyade İbn Arabî’nin “Vahdet-i vücûd” anlayışının temsil ettiği bilinmektedir.

Daha açık bir ifade ile bir mezhep, insanın cüz’î iradeye sahip olduğu düşüncesinden hareketle Allah anlayışını şekillendirirken; diğer bir mezhep, bunun tam tersi bir anlayışla Allah anlayışını insanın iradesizliği üzerine kurmaktadır. Nitekim Ehl-i Sünnet düşünce sisteminin merkezinde, Allah’ın sıfatlarından tekvin, vücûd, ilim, kudret, irade, kelâm, hayat sıfatlarının; Mu’tezile’nin düşün sisteminin merkezinde tevhid ve adaletin; Şiîliğin düşünce siteminin merkezinde adalet, hikmet, ilim, kudret sıfatlarının; Selefîliğin düşünce sisteminde; kudret, irade, celâl sıfatlarının, Mürcie’nin düşünce sisteminde ise rahmet ve mağfiretin, yer aldığı ve her bir mezhebin de kendi düşünce sistemlerine göre Allah’ın sıfatlarını hiyerarşik bir düzene koyduğu anlaşılıyor.

Kur’an’da ise Allah’ın sıfatları arasında bir hiyerarşinin bulunduğuna dair delaleti kat’î bir delil bulunmadığı, bütün sıfatlarının birbiriyle uyumlu olduğu, fakat dilsel vurgu, tekrarlanan isimler ve ayet bağlamları itibariyle bazı sıfatlara özel vurguların da yapıldığı müşahede........

© Mir'at Haber