Kitap Yorum: Postmodern Durum, Jean-François Lyotard
Eflatun’un Euthyphro’suna bakalım. Dindarlık ne? sorusuna cevap aradığı. Bizi ilgilendirdiği kadarıyla elbette. Kısaca. Sorar Sokrates, “Söyle, sence dindarlık nedir?” Euthyphro o sırada babasını mahkemeye vermiştir, bir kölesinin ölümüne yol açtığı için. Euthyphro, “dindarlık benim yaptığımı yapmaktır,” der. “Cinayet ve benzeri suçların cezalandırılmasını sağlamaktır.” Sokrates bunun dindarlığın örnek halleri olduğunu dindarlığın tanımının bu olamayacağını söyler. “Nedir bütün dindarlık hallerini dindar kılan ortak özellik?” Euthyphro bir tanım daha yapar. “Dindarlık, Tanrılara sevimli gelen şeyi yapmaktır.” Sokrates cevap verir. “Tamam, fakat Tanrılar da insanlar gibi değil mi? Bazılarına sevimli gelen, diğerlerine sevimsiz gelebilir. Bu durumda aynı şeyler hem dindarlık hem de zıttı olmaz mı?” Ve diyalog devam eder. Neticede bir dindarlık tanımına ulaşamazlar. Euthyphro’nun acelesi vardır, ve ayrılır.
Eflatun’un diyaloglarından sadece bir tanesi. Ve Sokratik metodun uygulanışının güzel bir örneği. İnsan aklının sistematik kullanımı. Özelden genele (tümevarım), genelden özele (tümdengelim) arasında git gellerle ‘gerçek’ bilgiye erişim, gözümüzün önünde halden hale, şekilden şekle giren şeylerin değişmeyen özlerini ortaya çıkarma. Bir süreç. Öyle bir süreç ki, erişilen bilgiyi diğer bütün bilgi türlerinin üstüne çıkaran bir süreç. Metodun kendisi bilimsel bilginin meşruiyetinin temel direği. Bilimsel bilgi üstün, zira bilimsel bir metodla erişilme ayrıcalığına sahip.
Pekala. Ancak şöyle yıldırıcı bir soru karşımızda. Bu zihnen yorucu, zaman alıcı uğraş ne için? Malayani sanki. Eflatun için değil. Gerçek felsefi/bilimsel bilginin kişi üzerinde yadsınamaz bir etkisi olacaktır. Ve bu etki bir allegori ile gösterilir. Devlet kitabının meşhur Mağara Allegorisi ile. Derin bir mağarada zincirlenmiş insanlar düşünün. Öylesine sıkı zincirlenmişler ki kafalarını dahi çevirip arkalarına bakamıyorlar. Hemen arkalarında tuğladan bir duvar ve o duvarın arkasında devasa bir alev. O insanların hayata dair bildikleri sadece mağaranın duvarına yansıyan gölgeler. Ateşle duvar arasından geçen/geçirilen şeylerin gölgeleri. İçlerinden birisinin zincirlerini kırdığını düşünün. İlk önce mağaranın içini tamamen gördüğünü, daha sonra mağara dışına çıkarak bütün dünyayı gördüğünü. Şeylerin asıllarını. Ancak serüven orada bitmez. Bitmemelidir. O alemin bütün cazibesine karşın o kişi mağaraya geri dönmeli ve, tabir-i caiz ise, mağaradakileri aydınlatmalıdır. Bir adım daha öteye gider Eflatun. Bu büyük bir fedakarlıktır. Zira şeylerin asıllarına vakıf kişi, mağaradakiler tarafından reddedilmeyi göze alacaktır, alaya alınmayı, çeşitli ithamlarla suçlanmayı. İşte bu en büyük fedakarlığı yapmayı göze alacak kişiler sadece, devleti en iyi yönetebilecek kişiler olacaktır. Zira bu kişiler zaten devlette elde edecekleri konumlardan çok daha yüksek seviyelere erişmiş, o konumları küçümseyen kişiler olacaklardır. Haliyle, şahsi çıkarı peşinden koşmayacaklar, paragöz olmayacaklar, kendi keselerini doldurmak için uğraşamayacaklar, diğerleri ile kavga etmeyecek, ve nihayetinde devletin başını yemeyeceklerdir.
Eflatun artık saf bilimsel bir sorgulama ve cevap aramanın dışına çıkmıştır artık. Yaptığı düpedüz bilimsel olmayan bir anlatı ile, bir hikaye ile, bilimsel bilginin, uğraşının........
© Daktilo1984
