Ben benim, ya sen!
Boşuna son üç yüz yıla “Antroposen Çağ” yakıştırması yapmıyorlar. İnsan denen tuhaf canlı, öylesine hırs ve iktidar gücüyle her bir şeye sahip olmak, hükmetmek ve sonra da bu sahiplik üzerinden her şeyi ama her bir şeyi ezip geçmeyi kendi varlık sebebinin gerekçesiyle olmazsa olmazı sayıyor ki, tarifi namümkün! Ve bunu öylesine bir doğallıkla yapıyor ki! Ve yine tuhaf olan, bunu olanca haklılığını savunarak da yapıyor…
İşte bu garip hâl içinde “ben” dediğimiz, onu benlik üzerinden, “birey” olmanın erdemi üzerinden kurmaya çalıştığınız her bir şey, bu devasa horlanma, ezme, yok etme güdüsünün çarkları içinde un ufak olup gidiyor.
Buna karşı bir direniş şart mı? Elbette şart. Bu karşı direniş örgütlenirken kimileri kendi doğruları ekseninde, dostluklarını kendi doğrularıyla kurgulamaya çalışıyor. Küs olduklarıyla dostları da küssün, tavır aldıklarına dostları da tavır alsın istiyor. Bu gerçekleşmeyince dostlarını da bu bakış açısı üzerinden yargılamayı kendilerinde bir hak gibi görüyor.
Oysa birey ve “ben” olma hakkı başka bir şeydir. Sizin barışık olmadığınız biriyle, yakın olduğunuz dostunuz barışık olabilir. Bunu kabullenmek de bir erdemdir. Bunu anlamaktır asıl birey olmak. Öbürü, zorlama bir dostluk gösterisidir ve sonlanması şaşırtıcı sayılmamalıdır.
Kimse kimsenin önemsizi ya da önemlisi değildir; olamaz da. Her bir insan teki, kendisi için önemlidir. Bu bir özsaygıdır aynı zamanda. Bunu anlamak gerek…
Özetin özeti şurada:
Birinin biri hakkında başkalarına söylediği sözler, hakkında söz söyleneni değil; söz söyleyeni daha iyi tanımanızı sağlar…
Lütfen biri hakkında birinden bir şey duyduğunuzda, ya o hakkında söz söylenen o an o ortamda olmadığı için konuşanı susturun — susmuyorsa dinlemeyin!
Ya da o konuşanı daha iyi tanımayı deneyin!
İşte bu sebeple, bizimkilerin tabiriyle: “Ben benem, sen kimsen…” Ez cümle.
Not: Diyarbakır TÜYAP 9. Kitap fuarı başlıyor.
*18 Ekim cumartesi saat: 14.00
Tozu Kalsın ve Şehrin Serencamı Şeyhmus Diken-Birsen İnal-Zeynel Hebun Güler / Fuar Alanı / Dicle Salonu
*18 Ekim cumartesi saat:17.00
Suru Konuşmak / Şeyhmus Diken - Nurcan Baysal - Muharrem Erbey
Fuar alanı Dicle salonu
*19 Ekim Pazar saat:17.00
Gabriel Surlar ve Diyarbakır arkeolojisi
Şeyhmus Diken - Aytaç Coşkun
Fuar alanı Dicle salonu
Etkinlik saatleri dışında Alfa &Everest standında imza
(ŞD/EMK)
İnsan evladı olarak hayata uyum sağlama ve kendimizi teselli etme konusunda epey ustayız sanırım.
Ölüm karşısında verdiğimiz tepkiler, bulduğumuz teselliler bunun en belirgin örneği. Bir yakınımız ağır bir hastalık sonrası yaşamını yitirdiğinde “çok çekmedi” deriz, bir başkası uzun bir hastalık sürecinden sonra öldüğünde ise yakınlarına “en azından annene, babana baktın, evlatlık borcunu ödedin” deriz.
Garip değil mi?
Ölüm karşısında beynimiz hep bir teselli üretir. Belki de iyi ki öyle… Yoksa kim bilir, çıldırırdık.
Esenyurt’ta bir grubun saldırısı sonucu yaşamını yitiren gazeteci Hakan Tosun’un Nurtepe’deki cenaze törenine giderken tam da bunları düşünüyordum. Hatta kendimi şöyle düşünürken yakaladım:
“İyi ki çocukları yoktu, şimdi nasıl dayanacaklardı”
Nurtepe’ye onun cenazesine vardığımda bu düşüncemden dolayı çok utandım. Çünkü ondan geriye kalan belgeseller, sanki çocukları gibiydi, korunmayı, saklanmayı bekliyorlardı. Kuşlar, ağaçlar, çiçekler, doğası için mücadele edenler de onsuz kalmıştı, hepsi onun evladıydı, yakınıydı aslında.
Hakan’ı ilk kez, İstanbul’da Emek Sineması’nın gasp edildiği Emek protestoları günlerden hatırlıyorum. O günden beri doğanın, hayvanların, insanın sesi olmak için oradan oraya koşuşturuyordu. Hep efendi, sahada gördüğümde selamlaştığım, üretken bir gazeteci olarak kaldı aklımda.
Kayıp olduğu haberini aldığım ilk andan itibaren ondan hep iyi bir haber geleceğini düşündüm. Belki bir belgesel için şehir dışına gitmiştir, kurgudadır, telefonu kapalıdır...Öyle olmadı…
Hakan Tosun giderken, geride kalan biz gazetecilere, belgeselcilere, doğa savunucularına büyük bir miras bıraktı: “Hakan Tosun’a ne oldu?” Bu soru artık bizim haber akışımızın ve hayatımızın bir gündemi.
Cenazeye dönecek olursam…Nurtepe Metro Durağı’nda yüzlerce kişi toplanmıştı. Polisler de vardı ama öyle üç beş değil, göz alabildiğine çevik kuvvet.
Aslında polisleri ilk Harbiye’de yol üstünde gördüm cenazeye giderken, “herhalde yine bir Gezi telaşesi sardı iktidarı” diye düşündüm.
"Umarım Hakan’ın cenazesiyle ilgili değildir" dedim içimden. Fakat yanılmışım. Çünkü Nurtepe’ye vardığımda gerçekten binlerce polis oradaydı. Bir müdahale/saldırı olmadı, sadece güzergâhı belirleyip korteje eşlik ettiler. Yine de o kadar çok polisi bir arada görmek, bir cenazeden çok bir mitingi andırıyordu. Zaten binlerce insanın Hakan için attığı sloganlar da cenazeyi çoktan bir mitinge dönüştürmüştü:
“Hakan için adalet, doğa için adalet!”
“Ormanlar,........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d