menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Toplumsal cinsiyet temelli eğitimin dönüştürücü rolü

15 1
12.08.2025

"Şiddeti öğreten değil, eşitliği büyüten bir eğitim şart."

2025 yılının yalnızca Temmuz ayında erkek şiddeti sonucu öldürülen kadın sayısının 32, yılın ilk yedi ayında ise toplamda en az 177 olması, Türkiye'de toplumsal cinsiyet temelli şiddetin derinleşerek sürdüğünü göstermektedir. Kadına yönelik erkek şiddeti, münferit öfke patlamalarından ibaret değildir. Bu durum, kökleri toplumun en temel kurumlarına – aileye, eğitime, hukuka ve medyaya – kadar uzanan, yapısal bir sorundur.

Verilere göre kadınların büyük bir kısmı, en yakınındaki erkek – koca, sevgili ya da eski eş – tarafından öldürülmüştür. Kadınlar, özellikle ilişkiyi bitirmek istedikleri veya barışmayı reddettikleri için yaşam haklarından mahrum bırakılmıştır. Bu tablo, kadının kendi yaşamı üzerinde karar alma iradesinin erkek şiddetiyle bastırıldığını gösterir. Kadın, hâlâ "sahip olunan" bir varlık olarak görülmekte, kendi iradesiyle hareket ettiğinde cezalandırılmaktadır.

Bu şiddet, erkek egemen kültürün ve ataerkil değer yargılarının bir ürünüdür. Yani erkek şiddeti, sadece bireysel bir patoloji değil; erkekliği yücelten, kadını ise ikincilleştiren bir toplumsal sistemin sonucudur.

Veriler, kadınları öldüren 40 failin yalnızca 33’ünün tutuklandığını göstermektedir. Bu, cezasızlık kültürünün failleri nasıl cesaretlendirdiğini ortaya koyar. Yargının erkek faillere yönelik tutumu; indirimler, iyi hâl değerlendirmeleri ve ertelemelerle örülmüş, caydırıcılıktan uzak bir hukuki yapı üretmektedir. Bu da yalnızca kadınların değil, toplumun bütününün güvenlik duygusunu zedelemektedir.

Kadın cinayetlerinin 28’inin ev içinde işlenmiş olması, “ev”in kadınlar için güvenli bir alan olmaktan çıktığını göstermektedir. Kadına yönelik şiddet yalnızca sokakta, karanlıkta ya da bilinmeyen yerlerde değil; en yakın ilişkilerin ve aile mahreminin içinde gerçekleşmektedir. Ev içindeki şiddetin görünmezliği, kadının yalnızlığını ve savunmasızlığını artırmaktadır.

Temmuz ayında 8 çocuk istismara uğramış, 5’i öldürülmüş, 73 kadın ise seks işçiliğine zorlanmıştır. Kadın ve çocuk bedeni, erkek egemen sistemde birer nesne olarak konumlandırıldığında, her türlü sömürüye açık hale gelmektedir. Bu sadece bireysel değil, yapısal bir şiddet türüdür. Kadın bedeninin metalaştırılması, medyada, reklamlarda, eğitimde ve aile içinde yeniden üretilmektedir.

Şiddeti yalnızca adalet sistemine havale etmek, köklü bir çözüm üretmez. Çünkü şiddet, failin çocukluktan itibaren maruz kaldığı öğrenme biçimleriyle şekillenir. Bu noktada, eğitimin rolü belirleyicidir. Ancak ne yazık ki mevcut eğitim sistemi:

Toplumsal cinsiyet eşitliğini içselleştirmeyen,

Müfredatta kadını ya anne ya da “edepli kız” kalıbına sıkıştıran,

Erkekliği güç, otorite ve liderlikle; kadınlığı ise itaat ve fedakârlıkla tanımlayan bir yapıya sahiptir.

Okullarda hâlâ erkek çocuklarının yüksek sesle konuşması cesaret olarak görülürken, kız çocuklarının aynı davranışı "terbiyesizlik" olarak nitelendirilmektedir. Bu çifte standart, bireyin cinsiyetine göre şekillendirilmiş rollerin zihinlere kazındığı ilk yerdir.

Toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı bir eğitim sistemi;

Oğlan çocuklarına şiddetin güç değil, zayıflık olduğunu öğretir.

Kız çocuklarına boyun eğmek değil, hak aramak gerektiğini anlatır.

Tüm çocuklara farklılıklara saygı, empati ve barışçıl iletişim yolları sunar.

Eğitim yalnızca akademik bilgi vermekle kalmaz; aynı zamanda değer, tutum ve davranış biçimlerini de inşa eder. Bu nedenle:

Okullarda toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi zorunlu hale getirilmelidir.

Öğretmenler, toplumsal cinsiyet farkındalığı konusunda hizmet içi eğitimlerden geçirilmelidir.

Ders kitaplarında cinsiyetçi dil ve temsillerin yerine eşitlikçi yaklaşımlar benimsenmelidir.

Rehberlik servisleri, öğrencilerde erken yaşta şiddet eğilimlerini tespit edecek donanıma sahip olmalıdır.

Kadına yönelik erkek şiddetini durdurmak yalnızca kolluk kuvvetlerinin değil; eğitimin, medyanın, hukukun ve ailenin ortak sorumluluğudur. Eğitim, bu zincirin en kritik halkasıdır. Çünkü toplumsal değerler yeni kuşaklara en çok okullar aracılığıyla aktarılır. Eğer bir toplumda şiddetsizlik, eşitlik ve dayanışma kültürü oluşacaksa, bu ancak eğitimle mümkündür.

Kadın cinayetlerinin ardındaki kültürel ve yapısal nedenleri değiştirmek için;

Eğitim müfredatları baştan gözden geçirilmeli,

Erkekliği yeniden tanımlayacak toplumsal kampanyalar düzenlenmeli,

Kadınların hak arama mekanizmalarına erişimi kolaylaştırılmalı,

Ve cezasızlık kültürüne son verilmelidir.

Kadınların yaşama hakkı, bir pazarlık konusu değil; temel bir insan hakkıdır. Bu hakkın garanti altına alınması için yalnızca yasalar değil, zihinler de dönüşmelidir. Ve bu dönüşümün başladığı yer, sınıf sıralarıdır.

(AÖ/RT)

Derler ki insan, hapishaneye girmeyene kadar bir ülkeyi tam olarak tanıyamaz. Bir ülke en üstteki değil en alt kademedeki yurttaşlarına nasıl muamele edildiğine göre değerlendirilmelidir.

18 yılı Robben Adası'nda olmak üzere toplam 27 yıl hapishanede tutulan Nelson Mandela’nın bu sözleri mahpuslara yaklaşımın ne olması gerektiğini de ortaya koyuyor: İnsan onuru.

Mandela’nın hapishanedeki koşulları ve bu koşullara karşı hem 27 yıl boyunca hem de sonrasında yürüttüğü mücadele

© Bianet