Ezberci eğitim ve düşünmeyen insan sorunu
“Bilgi, ezberlendiğinde yük; anlaşıldığında güç olur. Âmâ düşünen insan, sorgulayan zihin rahatsız eder.”
Bugün eğitim sistemimizin en büyük krizi, yalnızca ezbercilik değildir.
Asıl kriz, düşünen, sorgulayan, eleştiren insanın istenmemesidir.
Okullarımızda çocuklar bilgiyle değil, itaatle yetiştiriliyor. Soru sormak yerine cevabı ezberlemeleri bekleniyor. Düşünmek, çoğu zaman "dersin dışına çıkmak" olarak görülüyor.
Eğitim, insana düşünme becerisi kazandırmak için vardır.
Ancak bizde eğitim, düşünmeyi değil, susmayı öğretiyor.
Sınıflarda hâlâ öğretmen konuşur, öğrenci dinler; müfredat belirler, öğrenci uyar; sistem ölçer, öğrenci itaat eder.
Böyle bir ortamda yaratıcılık yeşermez, sorgulama körelir, ezber hâkim olur.
Soru soran öğrenci, “fazla konuşan” olarak etiketleniyor.
Kuralın nedenini sorgulayan genç, “saygısız” sayılıyor.
Farklı düşünen öğretmen, sistemin dışına itiliyor.
Oysa toplumu ileriye taşıyanlar, her zaman soran, rahatsız eden, farklı bakan insanlardır.
Ama biz, konforlu sessizlik içinde yaşayan, verilenle yetinen bireyler yetiştiriyoruz.
Sınav sistemimiz bu anlayışın en açık göstergesi.
LGS ve YKS’de milyonlarca öğrenci aynı anda aynı sorulara aynı biçimde yanıt veriyor.
Sorular farklı düşünceyi değil, tek doğruya ulaşma hızını ölçüyor.
Bir öğrenci, bir formülü ezbere biliyor ama nedenini bilmiyor; bir tarihi olayı sıralayabiliyor ama anlamını çözemiyor.
Sonuçta bilgiye sahip ama düşünemeyen bir gençlik yetişiyor.
LGS’de öğrencilerin s’ü matematik testinde 10 sorudan sadece 3’ünü doğru yanıtladı.
YKS-TYT fen bilimleri ortalaması 3 netin altında kaldı.
Bu rakamlar sadece başarısızlığı değil, sistemin düşünmeyi öğretemediğini de gösteriyor.
Teknoloji, bilgiye erişimi kolaylaştırdı ama anlamayı zorlaştırdı.
Artık birçok öğrenci cevabı kendi düşüncesiyle değil, birkaç saniyede bir yapay zekâ uygulamasından alıyor.
Sorunun çözümünü değil, sadece sonucunu istiyor.
Böylece yeni bir ezbercilik doğdu: dijital ezber.
Ekrandan öğrenilen bilgi, hayata değmeden geçip gidiyor.
Neden Düşünen İnsan İstenmiyor?
Çünkü düşünen insan, sorgular.
Sorgulayan insan, yanlışı görür.
Yanlışı gören insan, değişim ister.
Oysa sistemin en büyük korkusu budur: değişim.
Bu yüzden sorgulayan birey değil, uyum sağlayan öğrenci istenir.
Böylece düzen sürer; sessizlik başarı, itaat erdem sayılır.
Gerçek Eğitim Nasıl Olmalı?
Gerçek eğitim, ezberi değil, düşünmeyi öğretir.
Bilgiyi depolamayı değil, bilgiyle üretmeyi amaçlar.
Bir çocuk sadece cevabı değil, neden o cevabı verdiğini anlayabiliyorsa; işte o zaman öğrenme gerçekleşir.
Bu nedenle:
Müfredat sadeleşmeli, öğrencinin düşünmesine alan açmalıdır.
Tartışma temelli öğrenme yaygınlaşmalıdır.
Ölçme sistemleri ezberi değil, düşünme sürecini değerlendirmelidir.
Öğrencilere “neden?” sorusunu sorma cesareti kazandırılmalıdır.
Öğretmen, bilgi aktaran değil; düşünmeyi öğreten rehber olmalıdır.
Bugün çocuklarımızın çoğu, “ne düşünüyorsun?” sorusuna değil, “kaç net yaptın?” sorusuna yanıt veriyor.
Bu da bize gösteriyor ki eğitim, insan yetiştirmiyor; ezber makinesi üretiyor.
Oysa geleceğin dünyasında başarılı olacak toplumlar, düşünmeyi öğretebilen toplumlar olacaktır.
Ezberci eğitim sadece öğrenciyi değil, ülkenin düşünme gücünü de zayıflatır.
Gerçek ilerleme, itaat eden zihinlerle değil; soran, düşünen ve üreten beyinlerle mümkündür.
(AÖ/NÖ)
Türkiye’de büyük bir don felaketi, arka arkaya gelen orman yangınları ve kuraklık haberleri ile karşı karşıya kaldığımız bir yılın sonuna geliyoruz.
Dünya da benzer bir süreçten geçiyor, tayfunlar, seller, orman yangınları, güçlü sıcak hava dalgaları… Dünya Meteoroloji Örgütü’ne göre 2025 yılı en sıcak ikinci veya üçüncü yıl olacak.
2025 Planetary Health Check raporuna göre gezegenimizin dokuz “yaşamsal sınırının” yedisini (iklim değişikliği, biyoçeşitlilik kaybı, arazi sistem değişimi, tatlı su krizi, besin döngülerindeki bozulma, yeni kimyasal maddelerin yayılması ve okyanus asitlenmesi) aştık. Bilim insanlarına göre 12 bin yıldır süren Holosen’in kararlı iklim koşullarının dışına çıktık.
Bu yaşamsal sınırlardan iklim değişikliği bütün diğer sistemleri kritik şekilde etkileyen bir kriz olarak karşımızda duruyor. İklim değişikliğinin yaşadığımız aşırı hava olayları ile bağlantısını kanıtlayan çalışmalar arka arkaya yayınlanıyor. İklim değişikliği biyoçeşitlilik krizinden, sağlık sorunlarına, göçlere ve politik krizlere kadar her yere etki ediyor.
Prof. Dr. Murat Türkeş ve Nami Yurtseven’in bu sene yayınlanan bilimsel çalışmasına göre Türkiye’nin iklimi hızla tropik ve kurak kuşaklara kayıyor. Eğer küresel ısınma bu hızla sürerse, 2070 yılı itibariyle Türkiye’nin yüzölçümünün yüzde 80’inden fazlası sıcak ve kurak iklim kuşağına girecek.
Bu, Güneydoğu ve İç Anadolu’da çölleşme anlamına geliyor; Doğu Anadolu’daki karasal iklimler daralırken kar örtüsü ve su kaynakları azalacak. Bu tablo, su stresi, tarımsal verim düşüşü, enerji talebinde artış ve kırsal göç gibi zincirleme etkiler yaratacak.
Bu arada iklim krizi konusunda dünyadan da iyi haberler gelmedi. 2024, 1,5°C sınırının ilk kez aşıldığı yıl oldu. Sağlığın nabzını tutan The Lancet Countdown 2025 raporuna göre iklim krizi artık sağlık krizi haline geldi. Rapora göre iklim değişikliği bulaşıcı hastalıkların yayılmasını hızlandırıyor, gıda güvensizliğini artırıyor ve çocukların gelişimini etkiliyor. Sağlık sistemleri........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Ellen Ginsberg Simon