“Süleymancılar”
Postalın sesi, bol yıldızlı bir apoletin görüntüsü bile tüm kurumları dize getirmeye yetiyordu. Onlar Amerika’nın “bizim çocuklar”ıydı. Türkiye’nin zar zor ayağa kalkmaya çalışan demokrasisine, bir daha belini hiç doğrultamaması hıncıyla darbe vurmuşlar, ülkenin seçilmiş, meşru hükümetini alaşağı edivermişlerdi. Çok havalı bir de isimleri vardı: Millî Güvenlik Konseyi…
Söz konusu millî güvenlikti ya! Toplumsal mühendislik projelerinin en önemli ayaklarından biri de bu yüzden cemaatler idi ve irticanın menbaı sayılan cemaatler, istedikleri şekilde dizayn edilmeliydiler.
Darbenin üzerinden henüz birkaç ay geçmişti ki, Konsey’in emriyle geldiğini söyleyen bir albay, “vatan sathını mektep yapmak” gayesiyle yola koyularak demokratik değerlerin Türkiye’de yeşerebilmesinin mücadelesini veren bir gazetenin karizmatik sahibiyle görüşme talebinde bulunur. Görüşme gerçekleşir. Albay, temsil ettiği Konsey’in gücünün farkındalığıyla, kendinden emin bir şekilde “Beni Konsey gönderdi. Sizinle beraber çalışmak istiyoruz. Bizimle çalışırsanız biz de bütün devlet imkânlarını emrinize tahsis ederiz ve size her hususta yardımcı oluruz” der ve çalışma şartlarını sıralar. Bu şartlardan birisi “yurtdışındaki Süleymancı ve Millî Görüşçü gruplara karşı beraber çalışmak”tır.
Teklifi reddetmenin anlamı büyük bedeller ödemek idi, bu son derece açıktı. Konjonktürel düşünüldüğünde ise teklif oldukça iyiydi, hatta çoğu kişiye göre mükemmel bile sayılabilirdi. Albayın sandığının aksine, aslında gazetenin emanetçisi olduğunu iyi bilen adam, kartal bakışlarıyla muhatabını süzdü. “Biraz düşüneyim” demedi.........
© Yeni Asya
