menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Mavi Vatan, Lozan Barış Anlaşması ve Montrö Türk Boğazları Sözleşmesi üçlemesi

70 19
27.07.2025

Cem Gürdeniz yazdı…

24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Anlaşması ile anavatanımızın sınırlarını mühürlerken bu topraklardaki Türk egemenliğini perçinledik. 20 Temmuz 1936’da Montrö Türk Boğazları Sözleşmesi ile stratejik Boğazlar Bölgemizin kayıtsız şartsız egemenliğini geri aldık. Kıbrıs’ta 38 yıl sonra aynı gün 20 Temmuz 1974’te Girne’de kıyıbaşını tuttuk, Anadolu yarımadasının güneyden kuşatılmışlığına son vererek Doğu Akdeniz jeopolitiğimizi güvence altına aldık. Lozan Barış Anlaşması ile sadece havasını soluduğumuz, suyunu içtiğimiz, bayrağının gölgesinde bağımsız yaşamanın onurunu tattığımız Cumhuriyetimizin doğum belgesini almış olmadık aynı zamanda Türk’ün Akdeniz coğrafyasında yerini tescillemesinin başlangıcını sağladık. Lozan Antlaşması, Sevr sonrası direnişi siyasi zaferle taçlandırarak Türkiye’nin uluslararası eşitliğini pekiştirdi ve denizler üzerindeki haklarımızı yeniden kazandırdı. Bu yönü ile Lozan, sadece kara sınırlarını değil, aynı zamanda Türkiye’nin denizle yeniden buluşmasının da sembolüdür.

30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkesi ile Osmanlı imparatorluğu çöktü. Denizci bir imparatorluk olamadığı, yaratıcı ve kurucu kökleri olan Türklüğü benimseyip ulus devlet aşamasına geçemediği için Kuzey Afrika, Balkanlar, Kafkasya ve Arap Yarımadası üzerinden parça parça edildi. Birlik ve bağları tutacak ne ekonomik ne askeri gücü kalmıştı. İmparatorluk coğrafyasındaki tüm milliyetler Fransız Devrimi sonrası teker teker kendi milliyetlerini öne çıkararak koptular. Birinci Dünya Savaşı sonunda tarih sahnesinden silindi. Eğer Mustafa Kemal Atatürk, tarih ve talihin hazırladığı yer ve zamanda ortaya çıkmasaydı, denizle yani mavi vatan ile buluşan son Türk kavmi Orta Asya içlerine geri dönmek ve denizlerden tamamen koparılmak zorunda kalacaktı. 1880’li yıllarda İngiltere Başbakanı Gladstone şöyle demişti: “Türkler insanlığın insan olmayan numuneleridir. Onları Asya steplerine geri sürmeli veya Anadolu’da yok etmeliyiz.”

Osmanlının çöküşü her cephede o denli hızlı oldu ki emperyalizm Türkleri Anadolu’da küçük bir kara parçasına, Karadeniz’de 600 km. kıyı şeridine mahkûm eden Sevr’in uygulamasına geçti. Sevr sadece atalarımızı yani batı Asya Türklerini değil tüm Türk dünyasını denizden uzaklaştırıyordu. Sevr Antlaşması modern çağda bir ülkeye dayatılmış en kapsamlı parçalama ve egemenlikten yoksunlaştırma anlaşmalarından biriydi. Sevr hâlâ varlığını sürdüren bir millete uluslararası hukuk adı altında dayatılan ve ülkeyi haritadan silmeyi hedefleyen ayrıntılı ve planlı parçalama anlaşmasıydı. Türklerin topraklarının p’inden fazlasının elden gitmesi, neredeyse “devletsiz” bırakılması ve açık denizlere erişimin yok edilmesi öngörülmekteydi. Tarihte örneği olamayan detaylı, yazılı ve sistematik biçimde bir milleti hem devletsiz hem sahipsiz hem de denizlerden kopuk bırakma amacı taşıyan başka bir anlaşması bulunmamaktadır. Vatanımız Anadolu, tarihin değişik dönemlerinde Türklerin Asya’dan denize doğru batıya yürüyüşünün son durağıydı. Sevr Antlaşması Atatürk ve büyük Türk milleti tarafından yırtılıp atılmasaydı bugün Türk dünyasından hiçbir ülke denizlerle buluşamıyor olacaktı. Dünya tarihinde deniz ve okyanuslara erişemeden imparatorluk kuran devletler sonunda mutlaka yıkılmaya mahkumdurlar. Hamdullah Suphi Tanrıöver şöyle söylüyor: ‘’Milli tarihimiz, Asya’nın iç topraklarından, denizlere doğru binlerce sene zarfında devam eden bir yürüyüş hareketi kaydeder. Türk ırkının siyasî merkezleri, Orta Asya’dan sürekli Akdeniz sahillerine yaklaşmak üzere mevkiini değiştirmiştir. Diyebiliriz ki, Türk milletinin siyasi istikrarı, Akdeniz sahillerine vardıktan sonra meydana gelmiştir.’’

Dünya, 1919 sonlarında teslimiyetçi Osmanlı hanedanının dönemin hegemonu İngiltere baskısı altında artık emperyalizmin her talebini yerine getireceğini bekliyordu. Fakat 1919 ile 1922 arasında Mustafa Kemal liderliğinde Türk isyan etti. Kurtuluş her cephede kanla kazanıldı. Kemal’in askerleri 26 Ağustos 1922 şafağında dünya tarihinin yeni bir safhasını başlattı. 1 Eylül 1922 sabahı Büyük Türk, askerlerine ilk hedef olarak Akdeniz’i gösterdi. 9 Eylül 1922’de Türk’ün ateş, kan ve ihanetle sınanmasının askeri cephesi denizle, Akdeniz’le buluşarak noktalandı. Böylece 10 Ağustos 1920’de Vahdettin Hükümetince imzalanan Sevr Antlaşması neredeyse yoktan var olan ve yeniden tarih sahnesine çıkan Anadolu Türk’ünün gücüyle yok edilmişti. Türk her cephede tekrar denizle Mavi Vatanla buluşmuştu.

Büyük zaferden kabaca 1 yıl sonra 24 Temmuz 1923’te masada kazanılan Lozan Zaferinin gerçekten eşsiz olan boyutu, denizlere yeniden açılış, tam ekonomik bağımsızlık, kapitülasyonların kaldırılması ve çok uluslu zorlama sisteminin yıkılması ile, uluslararası sistemin yeni bir devleti tam bağımsız ve “eşit aktör” olarak kabul etmek zorunda kalmasıdır. Kaybedilmiş bir devletin askeri-siyasi irade ile yeniden doğuşu, denizlere açılışı ve ekonomik-siyasi bağımsızlığını imparatorluk baskısı/hegemonyaya rağmen kazanmasının dünya tarihinde benzerleri çok azdır. Dökülen kan, toprağa düşen her Mehmet, 1000 yıllık vatan coğrafyasında Türk’ün tarihteki yerini tekrar alarak egemenlik ve bağımsız varlığını tasdik eden Lozan Antlaşmasının itici gücü ve varoluş nedeni oldu. Sevr Antlaşması yırtılıp atılıyor, yepyeni çağdaş, bağımsız, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin doğum belgesi ortaya çıkıyordu. Bir İngiliz tarihçisi o günlerde şunları yazıyordu: “Hemen hemen her konudaki Türk istekleri Lozan’da Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri tarafından kabul edilmiştir. Dünya, tarihte eşi olmayan bir olayla karşı karşıya kalmıştır. Yenilmiş, parçalanmış bir ulus bu harabe içinden ayağa kalkmışı ve dünyanın en büyük uluslarıyla tam ve eşit koşullar içinde karşı karşıya gelerek, büyük savaşın bu galiplerini dize getirerek her isteklerini kabul ettirmiştir.’’

Anadolu’da yaşamak ve hayatta kalmak büyük bir jeopolitik mücadeledir. Denizde kuzeyini, batısını ve güneyini emniyete alamamış bir Anadolu yarımadasında bağımsız yaşamak mümkün değildir. Lozan ile egemenliği mühürlenen ve emniyete alınan Anavatandan sonra sırada Mavi Vatanın incisi Türk Boğazları vardı. Boğazlar, Karadeniz ve Anadolu üzerinden Asya’ya uzanan biri deniz, diğeri de kara olmak üzere iki yol üzerinde bulunduğundan yüzyıllarca bir jeopolitik çekim merkezi oldu. Doğu Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğunun İstanbul’a gelmesi ve boğazlara hâkim olmasının çekim noktası budur. Boğazların güvenliği Türk jeopolitiğinin yüzyıllarca en büyük endişe alanı olmuştur. Bu durum, Türk donanmasının gücü ve yeteneklerinden etkilenmiştir. Donanma kuvvetli oldukça hegemonyanın Boğazlar üzerindeki ihtirasları kontrol edilebilmiş, donanma zayıflayınca Boğazlar üzerindeki istekler artmıştır. Zira, Türk donanması, kuvvetli olduğunda boğazları........

© Veryansın TV