menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Hangisi Daha Yakıcı? Yangın mı, Sistem mi?

8 22
23.07.2025

Devlet elin günün karşısında aciz, Hazine trafik cezalarına muhtaç hale getirilirken, yangında saçlarını tarayan birilerinin kasası dolmuş, servetleri katlanmış! Gökten üç elma düşmüş ve birileri servetine servet katarken, millet de kendisinin nasıl enflasyondan sorumlu tutulup acze düşürüldüğünü tecrübe etmiş!

Yangınların da ekolojik sebepleri, dış etmenlere dayalı kaynakları var. Ama ihmal, plansızlık, hesap verirliğin olmayışı ve denetimsizlik, tıpkı ekonomi-politikte olduğu gibi alevlerin ülkeyi baştan başa sarmasını, tarım alanlarının küle dönmesini, bahanelerin havada uçuşmasını ve yaşlı gözlerle olan biteni izlemek zorunda kalışımızı engelleyemiyor.

Çünkü sistem, kendini yenileme, ıslah ve tamir etme melekelerini çoktan yitirdi. Daha doğrusu, bu melekelerin olabildiğince köreltildiği bir sistemik düzen oluşturuldu. Bundan tam dört yıl önceki büyük yangında da aynı şeyleri konuşmuş olmamız, tıpkı ekonomi-politikteki zaaf, eksiklik ve yanlışları yıllardır konuşmak zorunda oluşumuza benziyor.

Elbette doğal gelişmelerden kaynaklanan sebepler olur ama insan eliyle alınacak önlemler listesi tam da bunun için vardır. Elbette ki dünyadaki gelişmeler size etki eder ama immün sisteminizin/bağışıklığınızın güçlü ya da güçsüz oluşu da yine size bağlıdır.

Dört yıl önceki yangından kara mizah örnekler dün gibi aklımızda. Kurulamayan kriz masaları; ülke yanarken düğüne giden bakanlar; THK Başkanı’nın Tarım Bakanı’nı, diğerinin öbürünü suçladığı mizahi olduğu kadar trajik gelişmeler; önce inkâr edilen “uçaklar” meselesinin, bilahare bizzat Cumhurbaşkanı’nın ağzından “Rusya’dan kiralayacağız” denerek vahamet tablosunun kabulü; aynı dönemde devlet ricali Kıbrıs’a sekiz uçakla giderken, hangardaki uçakların tartışma konusu edilmesi ve elbette en vahimi de, bu tartışmaların Cumhurbaşkanı’nın hizmetinde 13 uçağın olduğu bir ülkede yapılıyor olmasıydı.

Afetler, Tensip-Talimatla Önlenmez

Bu ülke “İtibardan tasarruf olmaz” zihniyeti yüzünden ne bedeller ödedi. Sadece “itibardan tasarruf” mu? Aynı zamanda yetkililerin ağzından “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla” sözlerinin en çok döküldüğü günlerdi. Gerçi sistem kurulduğundan beri yerli yersiz bu “tensip ve talimat” konusu hiç gündemden düşmedi. Hatta sistemin alamet-i farikası haline geldi. Normal demokrasilerde, yangınları önlemekten sorumlu yetkililerin, uhdelerindeki teknik konularda “Cumhurbaşkanından talimat aldık” diye cümle kurması nasıl abes ise, “nassın olduğu” alanlarda emir-komuta zinciriyle makro-mikro ekonomik dengelerin harap edilmesi tecrübesi, maalesef afetlerin engellenmesinde de işe yarayacağı düşünülerek aynıyla vaki sürdürülmüştür. Tıpkı, afetin son günlerinde Cumhurbaşkanı’nın “kiralık uçak” müjdesini vermesi gibi.

Bakanların bile “önlem almakla-talimat almak” arasındaki ilişkiyi izahta zorlandığı ama fiiliyatta hangisinin öncelikli olduğunu itiraf edemedikleri bir sisteme gark olduk yaklaşık dokuz yıldır. Olması gereken kurumsal bir tavır, teknik bir sorumluluk, yeti ve yetki isteyen bir konu, müdahenecilik ve topluma hiçbir fayda sağlamayan bir dalkavukluk sisteminin çok ötesinde konumlanmaktaydı. Bu, hemen her konuda aynıyla vaki kendini tekrar etti.

İşte bu zihniyet, yangına maruz kalmayan doğayı da, tıpkı İkizdere’de, Akbelen’de, bugün Zeytinlikler meselesinde olduğu gibi rantçılara kurban veren zihniyettir. Yangın helikopteri için talimat almayı bekleyen ama doğayı katlederken kimin “emir ve talimat”ıyla olduğu bahsini ağzına almayan, “kamusal fayda zeytinliktedir” buyuran mahkeme kararlarına rağmen hukuksuzluk sürecinin kimin/kimlerin talimatıyla sürdürülebildiğini konu etmeyen bir bürokratik yapı.

Yani o ağacı yangından kurtarsak bile bu düzenin çarklarını çevirenlerin elinde oyuncak olan bir ekosistemimiz var. Yangın yakamasa bu çark yakıyor, yıkıyor, doğayı da, tarım arazilerini de, ekosistemi de.

Ama rantla, hırsıyla ama iltimas ve kayırmacılıkla talan edilen bir ülkenin sanayi imarına açılan ya da tarımdan el çektirilen arazilerinin hesabı yapılsa, yangında zarar görenler bu devasa kaybın eline su dökemez.

Ne Yangında Ne de Yönetirken Hesap Vermeyen, Yüksek Gerilimli Bir Düzenek

Bizatihi Sayıştay ve AFAD raporları ortaya koyuyor ki, meğer İzmir faciası göz göre göre gelmiş! İzmir Valisi, bölgenin en üst düzey makamı, yangının elektrik hatlarından kaynaklandığını açıklıyor. Haliyle elektrik şirketi yalanlıyor. Bu defa da yüksek gerilim hattından kıvılcımların çıktığı görüntüler yayınlanıyor.

İstediğiniz kadar içinde “denetim” ve “yaptırım” lafızlarının geçtiği klasik soruyu sorun. “Yıllardır AFAD ve Sayıştay’ın yayınladığı raporlarla gerekli uyarılar yapıldığı halde, bu nasıl bir denetimsizlik ve sorumsuzluktur ki şirket uyarıları dinlemiyor; kendisine herhangi bir yaptırım da uygulanmıyor” diye hayıflanın; sonuç sizi sistemsizlik denen şeye çıkarır.

Düşünün ki kıyıda köşede bir köyden, bir beldeden bahsetmiyoruz. Milyonlarca turisti de ağırlayan bir turizm beldesinde bile bu ihmalkârlıkların hâlâ sürmesinin sebebi sistemdeki bozukluk, sistemin kendini tamir etme, ıslah etme kabiliyetlerinin yok edilmiş olması.

AFAD’ın, 2021’de hazırlanan ve İzmir’de yaşanabilecek afetlere dikkat çeken raporunda yangın çıkmaması için enerji nakil hatlarının bulunduğu güzergâhta bitki örtüsünün temizlenmesi, altındaki ağaçların kesilmesi gerektiği uyarısı zaten yapılmış! Sayıştay’ın 2022 ve 2023 raporlarında da “Ormandaki enerji hatlarının çevresinde temizlik çalışmalarının yapılmadığı, bakım periyotlarının takip edilmediği, ağaç dallarının hatlara temas ettiği” tespitlerine yer verilmiş!

Peki yapılmış mı güzergâh bakımı? Hayır! Hatların tahkimi yapılmış mı? Nakil hatlarındaki ağaçlar, bitki örtüleri temizlenmiş mi? Hayır! Çok mu zordu bu hatların altını betonlaştırmak? Her fırsatta övgü vesilesi kılınan dronlarla, yapay zekâlarla ısı kontrolleri yapmak da mı zordu? TEDAŞ’ın bu şebekeye gerekli tedbirleri alıp almadığını sorması büyük bir külfet falan mıydı? Madem iklim krizi, küresel ısınma var, yüksek teknoloji sayesinde daha fazla önlem alınması gerekmez miydi? İşte böyle sistemlerde yapay zekâ akıllara anca trafik cezası keserken, yani milleti göz göre göre gasp ederken gelir. Bir de bununla övünülür. Ama aynı yüksek teknoloji, dronlar vs. maalesef milyonların güvenliğini ilgilendiren konuların birçoğunda ihmal edilir. Biz de her seferinde yeniden ve yeniden sistemsizliği, denetimsizliği, ihmalkârlığı konuşuruz.

Bakın İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğretim üyesi, Orman Yüksek Mühendisi Doç. Dr. Cihan Erdönmez, İzmir’de çıkan görüntüyü bir uzman olarak nasıl değerlendiriyor:

“Türkiye’de elektrik nakil hatları pek çok orman alanından geçiyor. Ayrıca ormanların içerisinde kurulmuş enerji üretim tesisleri de var. Rüzgâr türbinleri, hidroelektrik santraller, termik santral bile var. Hatta 2021 yangınlarında yanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Enerji ile ormanlar arasında çok sıkı bir ilişki var. Ve bu ilişki de yaz aylarında yangın riski olarak ortaya çıkıyor. En az 10 yıldır Türkiye’de birinci yangın nedeni olarak elektrik nakil hatları ön plana çıktı. Yaktığı orman alanı açısından söylüyorum. 10 yıldır bunu söylüyor olmamıza rağmen kamu kurumlarının, ilgili bakanlıkların, ilgili şirketlerin buna bir çözüm üretememiş olması kabul edilebilir bir şey değil.”

10 yıldır ehliyet, liyakat sahibi uzmanların seslerini sorumlulara duyuramadığı alan sadece ormanlar, yangınlar, ağaçlar, tarım arazileri mi? Tıpkı, vergi vermedikleri için “matrahsız kodamanlar” diye ünlenen koca koca inşaat, yol, köprü mimarları, altyapıyı yenilemedikleri halde fahiş zamlarla milletin belini büken haberleşme ve elektrik firmalarında olduğu gibi, burada da maalesef bugüne dek elektrik kaynaklı yangınlardan ötürü bu firmalara hiçbir bedel ödetilmemiş.

Sebebi de malum. “Mücbir sebep”, yani “kontrol edilemeyen sebep” mottosu, bu firmaların yükümlülüklerinin yanından teğet geçerek uzaklaşmanın bahanesi olmuş. Şimdi bu yangınların altında yatan dolaylı sebeplerin, yani özelleştirilmenin, yani cep doldurmaya odaklanmanın, denetimle ve yükümlülükler getirerek bu şirketlere maliyet odaklı yükler bindirmeme hinliğinin, sorumsuzluğunun, ahlaksızlığının bir sonucu olduğunu söylemek ağır -ve dahi siyasi- eleştiri olarak görülebilir mi?

Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre son 10 yılda en fazla yangın çıkan üç il Muğla, İzmir, Antalya olurken, en fazla yanan ormanlık alan ise yine Antalya, Muğla, İzmir, Mersin, Adana illerinde olmuş. Bu yangınların 758’i ihmal ve dikkatsizlik nedeniyle yaşanmış. Kasıt 115, kaza 143, yıldırım vs. doğal sebeplerden 336 yangın çıkarken, 1.217 yangının ise ne sebeple çıktığı belirlenememiş. İşte bu kaza ile çıkan 143 yangının çoğunun özelleştirilen enerji nakil hatları üzerinden çıktığı bilindiği halde bugüne dek gerekli tedbirler alınmamış!

Bir ülkede Orman Kanunu son dokuz yıldır servet transferleriyle semirilen sermayenin çıkarları adına onlarca kez değiştirilirse, iktidarın ormanlardan çok enerji ve maden şirketlerinin geleceğini düşündüğünü söylemek haksızlık olur mu?

Günlerdir kül olan ülkenin orman varlığı, iktidarın komisyondan geçirerek Meclis’e taşıdığı torba yasa ile şimdi de madencilik faaliyetlerine açılıyor.

Sadece ormanları değil, tarım alanlarını da sermayenin hizmetine sunan siyaset, Çevre Etki Değerlendirme süreçlerini de kısaltarak işlevsiz hale getirmeyi planlıyor.

Bir yanda iklim değişikliği yasaları, diğer yanda doğayı yok eden kararlar, yangınları engelleyen ağaçların yok edilmesi; öte yanda küresel ısınma gibi sorunlarla sözde mücadele, beri yanda orman talanına yol veren yasalarla yangın risklerini katlayan kararlar…

Bu cümleler uzar gider ama bizi yangınlar-sistem-denetimsizlik-hesap vermezlik ilişkisinin kendisinin aslında bir ekosistem olduğu gerçeğiyle yüzleşmekten başka bir kapıya çıkarmaz.

Birilerine rant alanları açılırken, milyonların topraksızlaşmanın, ağaçsızlaşmanın, icra takiplerinin, ipoteklerin, yoksullaşmanın, evini, barkını, canını kurtarmanın derdinde olması, bu düzenin saf bir görüntüsü.

Yangında Saçlarını Tarayanları Çoğaltan Bir Sistem

Bütün bu yangınlar, depremler, savaşlar, hastalıklar içinde maalesef ülkemizin bağışıklık sistemi de alarm vermekte. Bu sistemi kurarken “ülkeyi uçuracağız” diyenlerin memleketi getirdikleri nokta içler acısı. Emekli ağlıyor, işçi isyanda, işsizi, üreticisi, sanayicisi büyük yüklerin ve krizlerin girdabında. ‘Orta Direk’ mahvı perişan oldu. Öyle bir uçurum oluştu ki sınıflar arasında, dolar milyoneri yaratmada dünyada birinci olduk ama reel servet yaratmada son sıraya yerleştik.

........

© Perspektif