LAİKLİĞİN GÖLGESİNDE UNUTULAN HAKİKAT
LAİKLİĞİN GÖLGESİNDE UNUTULAN HAKİKAT
Türkiye’de laiklik meselesi, bir asrı aşan bir sürecin sonunda hâlâ tartışılmaya devam eden, hem siyasi hem de inanç temelli bir sorun alanıdır. Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte benimsenen laiklik, Batı modernizminin bir ürünü olarak topluma dayatılmış; din, bireyin vicdanına hapsedilmiştir. Oysa İslam, sadece bir inanç sistemi değil; hayatın her alanına yön veren bir nizam, bir dünya görüşüdür. Bugün Müslüman toplumların yaşadığı kafa karışıklığının temelinde, İslam ile laiklik arasında kurulmak istenen uzlaşmaz sentez arayışı yatmaktadır.
Kur’an’ın öngördüğü hayat nizamı, Allah’ın hükmüne teslimiyet üzerine kuruludur. “Hüküm yalnız Allah’ındır; O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir.” (Yusuf, 12/40). Bu ayet, Müslüman için siyasal, hukuki ve toplumsal düzenin kaynağını açıkça ortaya koymaktadır. Buna rağmen Türkiye’de laiklik, İslam’ın bu bütüncül yapısını parçalayan bir sistem olarak benimsetilmiş, din devlet işlerinden değil, toplumun ruhundan da koparılmak istenmiştir.
Türkiye’de Laikliğin Serüveni ve Toplumsal Dönüşüm
Laiklik, Türkiye’ye Batı’dan ithal edilmiştir. Avrupa’da laiklik, kilisenin baskısına karşı doğmuşken, Türkiye’de İslam’ı toplumsal hayatın dışına itmek için kullanılmıştır. 1928’de Anayasa’dan “Devletin dini İslam’dır” ifadesi çıkarılmış, 1937’de laiklik anayasaya resmen eklenmiştir. Bu süreç, Batı’ya öykünen bir kimlik inşasının parçası olmuştur.
Hasan el-Benna, bu tür süreçleri şöyle özetler:
“Batı medeniyeti Müslüman toplumlara akıl, bilim ve teknik getirmedi; bilakis onların kalplerinden imanı söktü.”
Seyyid Kutub da bu noktada uyarır: “İslam toplumu, Allah’ın hâkimiyetini reddeden hiçbir sistemle barış içinde yaşayamaz.”
Türkiye’de laiklik, başlangıçta bir “özgürlük ilkesi” olarak sunulsa da, fiiliyatta İslam’ı kamusal hayattan uzaklaştırmanın ideolojik aracına dönüşmüştür. Dini semboller yasaklanmış, eğitimden hukuka kadar her alan Batılı paradigmaya göre şekillendirilmiştir. Böylece Müslüman toplum, kendi kaynaklarından koparılmıştır.
İslam’ın Siyasi Boyutu: “Müslümanın Siyasi Sistemi İslam’dır”
İslam, yalnızca ibadetlerden ibaret değildir. Kur’an, bireyin Allah’a teslimiyetini, toplumun da adaletle düzenlenmesini emreder:
“Şüphesiz Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa, 4/58).
Bu ilke, İslam’ın siyasetsiz olamayacağını gösterir. Müslümanın siyasi sistemi, batı tipi laik demokrasi değil; Kur’an ve sünnetin öngördüğü şura, adalet ve tevhid esasına dayalı düzendir.
Muhammed İkbal bu konuda der ki:
“İslam’da devlet, dinin bir parçasıdır; ayrıldığında din ruhunu kaybeder.”
Fahruddin er-Razi ise siyaset ve din ilişkisini şu şekilde yorumlar:
“Din, siyasetsiz kalırsa yozlaşır; siyaset, dinden ayrılırsa zulme dönüşür.”
Dolayısıyla Müslüman için siyaset, Allah’ın yeryüzündeki hükmünü egemen kılma mücadelesidir. Bu, sadece dünyevi bir idare biçimi değil; ahireti de ilgilendiren bir teslimiyet meselesidir.
Laikliğin İnsanı Dinden Koparması ve Bilinç Sorunu
Bugün Türkiye’de birçok Müslüman, laik sistemin ürettiği kimlik karmaşası içinde yaşamaktadır. Dini değerler özel alana sıkıştırılmış, siyaset ise “tarafsızlık” adı altında sekülerleştirilmiştir. Oysa Kur’an açıkça uyarır:
........





















Toi Staff
Gideon Levy
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein