Aksâ Terazisi
Sema ve kardeşleri, heyecanla, annelerinden önce kalkıp kahvaltıyı hazırladılar. O gün, günlerden Cuma ve onların tatil günüydü. Tüm ailenin bir arada olduğu kahvaltıdan sonra, herkes hazırlanıp yola çıktı. Erkek çocukları babasının elinden, kız çocukları ise anneleri ile birlikte güle oynaya Aksâ Camisine vardılar.
Bütün akrabaları konu komşu herkes oradaydı. Cuma vaktine kadar bahçede herkes sohbet eder, çocuklar oyun oynarlardı. Günün tam ortası ve öğle vakti; güneşin kum taneleri ile en sıcak teması olduğu o an. Tüm Müslümanların bir araya geldiği ve gelmek istediği, bayram havasında haftada bir gün. Dönerken köşe başlarında dondurmacılara uğranır, çoluk çocuk külahlarda rengârenk dondurmalarla yine güle oynaya evlerine dönerlerdi.
Ömür boyu, her hafta birçok insan, bu gelenek ve görenekle büyüdü ve yaşadı. Uzaklardan akrabalar, o güne özel gelirler ve birbirleriyle hasret giderirlerdi. Aksâ Camisi, dünyadaki insanlar için manevi bir huzur ve değerdi. Ama en çok da orada bulunanlar için özel ve önemliydi. Orada yaşayan, zamanın çocukları, şimdiye göre bir nebze olsun şanslıydılar, En azından bu muhteşem değerde doya doya vakit geçirebildiler. Fakat torunlar ve torunları, büyüyemediler bile…
Dışarıdan gelip yıllar önce buralardan toprak alarak yerleşenler olmuş. Birken iki, üç, beş, derken, neredeyse şehir ve şehirler kurmuşlar. Ederinin birkaç katı satılan ve alınan bu toprakların, bir gün her iki taraf için de başlarına bela olacağını düşünememişler.
Toprak satanlar; içinde, zengin insanların olduğu, koca koca şehirler kurulduğunda, bir şeylerin yanlış gittiğini fark etmişler. Fakat iş işten geçmiş, geri dönüşü olmayan bir yola girmişler. Pişmanmışlar, hem de nasıl, hiç olmadıkları kadar…
Kendi düşmanlarını kendileri oluşturmuş olmuşlar. Düşünmeden, belki de tamahkârlık, ne dersen de! Bilmeden kendi sonlarının başlangıcını hazırlamışlar…
Para ve güç, o bir avuç insanda olduğundan, zamanla yönetim, onlara geçmiş. Kendi kanunlarını oluşturmuşlar, bir avuç da olsalar. Yöneten durumunda olmak, tüm hakların sahibi olmak demekti. Onlar da bu durumu çok iyi değerlendirmişler.
O günlerde ve daha sonra Sema’lar, kendi mahallelerinde, şehirlerinde ve dahi ülkelerinde bir yabancı gibi bile olsa rahat rahat dolaşamaz olmuşlar. Kader, pişmanlık durağında, yolcularını tek tek indirmiş ve oracığa bırakıvermiş. Uzun süre bu yöne bir daha yolcu alınmamış. Onlar durakta düşünedursunlar…
O gün başlarının üzerinde yürüyenler vardı, Ayaklar yukarda ve baş aşağı. Ellerinden kan damlıyordu. Sakın yanlış anlamayın, insandılar elbet! Ne yaptılar da bu haldeler derken, herkesin elinde yalanlayamayacağı kendi kitabı ve meydanda bir büyük terazi: Öyle böyle değil ve herkesin gözü önünde, düşündüğümüz gibi hiç değil…
Yıllar, yıllar önce yönetim, kendilerinden alınıp başkasına verilmiş. Yönetimi alan kişiler, sadece bulundukları yeri değil, dünyayı yönetmeye kalkışmışlar. Kendilerini her zaman diğerlerinden farklı gören, zamanla bu gurubun içinden, insan görünümlü yaratıklar türemiş, yeryüzünde. Oradakilere, öyle şeyler yapıyorlarmış ki inanılır gibi değilmiş. Bu durumda ne yapacaklarını bilemez durumdaymışlar…
Dünya köyünün........
© İnsaniyet
