Ulu Çınar: Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır
Antalya’nın Elmalı kazasında 1878 de doğdu. O bakımdan daima, Elmalılı Hamdi, Küçük Hamdi olarak anılıyor…
Burada, babası Numan Efendi’nin köyündeyiz. Burdur un Gölhisar ilçesine bağlı Yazır Köyü…
Hatırlarsak, Numan Efendi küçük yaşında köyünden ayrılarak Elmalı’ya gitti. Orada okudu, evlendi ve Elmalı Şeriyye Mahkemesinde başkâtip olarak görev yaptı.
Yazır köyü, ilmi geleneği olan bir köy… Bu biliniyor. Numan Efendi’nin babası da âlim biri olmalı. Yahut en azından ilme meraklı, oğlunu okuması için gurbete yollayacak bir ufka sahip.
Şimdi burada, madem Muhammed Hamdi Yazır’ı anıyoruz; esas olan şudur: Onun gibi âlim, faziletli, gayretli nesiller yetiştirmek…
Anmak, anlamaktır. Anlamak, yapmak…
Şunu ifade etmek isterim: İlim muhit işidir… Hamdi Yazır birden bire ortaya çıkmadı. Onu hazırlayan bir muhit var.
Babası, âlim… Dedeleri de öyle.
İlk tedrisatını ve hafızlığını Elmalı’da tamamladı. Daha sonra tahsiline devam etmek üzere dayısı Hoca Mustafa Efendi ile birlikte İstanbul’a geldi ve Küçük Ayasofya Medresesine yerleşti (1895).
Medreseyle yetinmedi… Cami derslerine de devam etti. Beyazıt Camii’ndeki derslerine devam ettiği Kayserili Mahmud Hamdi Efendi’den icazet aldı.
Hocası Kayserili Mahmud Hamdi Efendi ile isimleri aynı olduğundan, bundan sonra hocası Büyük Hamdi, kendisi de Küçük Hamdi diye anılmaya başlandı, yazılarında da bu adı kullandı.
Hocaya hürmet… Hoca talebenin manevi atasıdır.
Soyadı kanunu çıkınca babasının köyünün ismini (Yazır) aldıysa da, yine de doğum yerine nispetle Elmalılı diye meşhur oldu.
Farklı bir âlim… Sanatla ilgili: Hattat ve şair…
Tahsili esnasında Bakkal Arif Efendi ile Sami Efendi’nin hat derslerine devam ederek onlardan da hat icazetini aldı.
Hat sanatı ile olan meşguliyetini ömrünün son yıllarında yazdığı şu mısralar daha güzel anlatmaktadır:
“Hattım felekte böyle bir nazmı buldu ammâ
Kaddim de dâla döndü ömrümce meşk yüzünden
Ma’ nâ iken muradım nakşında derde düştüm
Gönlüm ne çekti bilsen dünyada aşk yüzünden.”
İlim de sanat da sabır işi… Azim ve kararlılık işi. Aşk işi.
Aşk olmadan meşk olmaz… Bugün bize lazım olan bu: İlgi, aşk… Sabır ve sebat.
Farklı bir âlim tipi, demiştik ya hakikaten öyle. Bir münevver olarak devrinin meseleleriyle yakından alakadar oldu. Mehmet Âkif, Babanzâde Ahmed Naim ve diğerleriyle bir meselenin, bir derdin içinde… Bir yönüyle siyasetle alakadar.
Edilgen, ezberleyen ve tekrar eden bir âlim değil.
Eden, düşünen, dertlenen, çözüm yolları arayan bir münevver / entelektüel âlim…
Bir yandan Beyazıt Dersiâm’ı iken, öte yandan Mekteb-i Nüvvab’da talebe… Burayı birincilikle bitiriyor. Bilahare, 1905-1908 yılları arasında Beyazıt Camii’nde dersler veriyor. Yine bu vazifesini sürdürürken aynı zamanda Meşihat Dairesi kaleminde görev alıyor.
Müthiş bir azim, samimi bir gayret…
Memuriyet ve dersin yanında bir taraftan da kendi gayretiyle edebiyat, felsefe ve musıkî öğreniyor. Daha sonra Medresetü’l-Vaizin de Fıkıh Usûlü, Mekteb-i Nüvvab ile Mekteb-i Kuzât ta [Hukuk Fakültesi] İslâm Hukuku, Mekteb-i Mülkiye de ise Mantık dersleri okutuyor.
Fıkıh, yani hukuk temel alanı… Yan alanı ise mantık.
Bu süreçte felsefi metinler, mühim bir kitap tercüme edecek.
Ülkeyi çağdaş ilim ve medeniyet seviyesine ulaştırmaya vesile olabileceği ümidiyle Meşrutiyet idaresini hararetle savunuyor. İttihat ve........
© İnsaniyet
