menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Mekke İklim Anlaşması...

2 0
28.02.2025

Bombalı suikastle katledilen müteveffa Uğur Mumcu, “Köy Enstitüleri” ile ilgili katıldığı bir panelde yaptığı o meşhur konuşmasında, bir mizah dergisinde gördüğü ‘’Türk Vatandaşı Kimdir’’ tanımını şöyle aktarmıştı:
Sayın katılımcılar biliyorsunuz ki Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devrimi yaptı. Hukuk devrimi batılı yasaların resepsiyon yoluyla Türkiye’ye getirilmesi demek. İtalya'dan ceza yasası aldık, Fransa'dan idare hukuku ilkeleri aldık, İsviçre'den Medeni Hukuk aldık, Almanya'dan ceza yargılaması hukukunu aldık. Bir gülmece dergisindeki şu tanım olayları yeterince sergiliyor. Türk vatandaşı tanımı. Diyor ki, Türk ne demektir? Türk vatandaşı kimdir?
-Türk vatandaşı; İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemeleri usulü yasasına göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir!
O dönemde böyle yasaların alınması zorunluydu çünkü; toplum bir yol ağzındaydı. Ya Batılı laik sistem ya şer’i hukuk.
Mustafa Kemal ve arkadaşları Batılı ve laik sistemi benimsediler! 1928 yılında…’’

Bizim mahalle; yukarıdaki ifadeleri acı bir tebessümle birlikte, ‘’batıya tam icabetin ve teslim oluşun itirafı’’ olarak yorumlar. Bu yorumu ise; herkes durduğu siyasi yelpaze üzerinden onaylar ya da karşı çıkar. Hakikatin mengenesi ise insan için aslında en hayırlı olandır ve ne kadar acı versede bu itiraf niteliğinde ki kinayeli anlatım, işte tam da o hakikatin hakkını vermek açısından kıymetlidir. Ve Mumcu, karanlığa küfretmemiş, durduğu mevziye ateş açılacağını bile bile bu mengeneye boynunu uzatarak bu yönüyle takdiride haketmiştir.
Malumunuz, Batı'dan aldıklarımız ve bize dayatılanlar hakkında; ''ayarlarımızı bozduğu ve bizi bizden uzaklara savurduğu'' yönünündeki kanaat hep çok güçlüydü! Fakat bugünün Türkiye'sinde bu kanaat ne aşamadadır düne göre bir sağlamasını yapmak lazım.
Çünkü artık nesiller, toplum, siyasetin dili, paradigmalar değişti ve maalesef algılar, düne nazaran bugün daha fazla hakikatin yerini almaya başladı bile. AK Parti iktidarları döneminde batı menşeyli bazı hukuki/kanuni düzenlemeler temelde Türkiye'yi kıskaca alan vesayet düzenin ortadan kaldırılması saikiyle; ''bir kurtuluş, bir umut'' şeklinde; ''daha iyi, daha güçlü, daha demokratik bir Türkiye hayaline hizmet edecek'' söylemiyle sunuldu. Umudumuz da o yöndeydi ve hatırı sayılır bir iyileşmeye kapı aralanarak haylide yol aldık.
Bu perspektiften baktığımızda Kopenhag Kriterleri'ni (kısmen) böyle okumak çok abartılı olmayacaktır sanırım.
Fakat zaman geçtikçe görüldü ki, vesayetin kalın duvarları lehimize kırıldıkça birileri yeni bir takım duvarları gizliden gizliye örmeye başlamış bile. Tamam! Bir illetten kurtuluyorduk ama başka bir illetin sarmaşık gibi bizi sarmaya başladığını göremiyorduk!
Misal; uygulanmaya başlanan İstanbul Sözleşmesi'nin bu sarmaşığın en zehirlilerinden olduğunu yaşadıkça gördük!
Ve anladık ki dün yapılan o ''dayatmalar'' şekil değiştirmiş ve sinsice, alttan alta kuyumuz kazılmış.
Ve Başkan Erdoğan ''bir gece ansızın'' o mengeneye adeta kafasını koymuş ve karşı mahallenin kendisine ateş açacağını bile bile hakikat adına sözleşmeyi iptal ettiğini açıklamıştı.
''Kadına şiddeti önlemekten tutun, ailenin daha da güçleneceğine'' dair nice söylemlerle siyasi iktidarın ve tüm muhalefetin kıyasıya savunduğu argumanlarla o günlerde lanse edilen İstanbul Sözleşmesi'nin sonuçlarına hep beraber şahid olduk!
Hatta bu anlaşma maddeleri vekiller tarafından ''okunmadan'' imzalandı?
Peki ya sonuç? Sonuç ne olmuştu?
Bugün kim daha özgürleşti? LGBT'ler mi, kadın mı, erkek mi, çocuk mu, aile mi?
Ayaklarına elektronik kelepçe vurulan kocalar mı? Sokak ortasında katledilen kadınlar mı?
''Tüm bunlara rağmen neden halen 6284 bir ''kurtuluş'' gibi sunulmaya devam ediliyor?''
sorusu ise cevapsız!
Ya o Hayvan Hakları Yasası?
Hatırlayın! Kimler nasıl savunuyorlardı o yasayı? Şimdi ne oldu?
Mama lobilerinin parsayı nasıl topladıklarını, sözde hayvan yardım merkezleri yönetimlerinin malı nasıl götürdüklerini görmedik mi?
Çocuklarımızın ve yaşlılarımızın vücutlarının parçalarını, sürü halinde dolaşan itin-köpeğin sivri dişleri arasından toplar hale gelmedik mi?
Sadece bu iki örnek, kimileri için; ''küresel dayatmalarla çıkarılan ve toplumu yok eden yasalar'', kimileri için ise ''küresel yeni dünyaya uyumda yol kazaları!'' olarak konuşuldu! Peki durum böylemiydi?
Son bir asır içinde, siyasi irade ve idare karşı mahalledeyken onların; uluslararası sözleşmelerle kabul ettikleri kriterler, normlar, kültür, eğitim, sağlık, ekonomik, dini, askeri, siyasi, hukuki, ictimai alanlardaki ''Batı'ya ve hakim otoriteye tam icabet'' olarak tanımladığımız ve sert eleştirdiğimiz duruşumuza nispeten bugün biz, nerede duruyoruz?
Ve yine dün, mahalle olarak eleştirdiğimiz; bu bizi bizden koparan ve ''teslimiyet, batılılaşma ve batı aşıklığı'' olarak yorumladığımız kanun, sözleşme ve anlaşmalar karşısında ne durumdayız?
Dün, ''yerden yere vurduklarımızı, gaflet, dalalet ve hatta hıyanetle'' suçladıklarımıza nazaran bugün biz, söz konusu; CEDAW, UNI WOMAN, GAVİ, DSÖ, WEF, MRNA, TEK DÜNYA, TEK AİLE, TEK GELECEK, MONITORING, CHECKING, SIFIR ATIK, 5G, ID2020, LANZOROTTE, STARLINK, NEUROLINK, NESENELER ARASI İLETİŞİM ve Meclis'e gelen PARİS İKLİM ANLAŞMASI olduğunda hangi mevzide duruyoruz?
Batı'ya ve dayatmalarına karşı mukavemet gösterip direniyor muyuz yoksa (kerhende olsa) iş birliğine mi gidiyoruz?
Algı ne?
Hakikat ne?
Başımızı o mengenin arasına bir anlık koyup, mengenenin kolunu az da olsa çevirelim mi?
Var mısınız?
Eğer bazılarınız, hakkımda; ''Fetö'cü olmak veya davaya ihanet etmek'' iftirası ve algı oyunlarına tevessül etmeyecekse HAKikat aşkına başlayalım...
(…)
Üçüncü bin yılın hemen başında, 2025 yılındayız.
Bir asır önce 1900'lü yıllar, ikinci bin yılın sonlarıydı.
........

© Haber Vakti