YİTİP GİDENLERİN ARDINDAN
Onu ilk ve son kez 2 yaşındayken, bir panel nedeniyle gittiğim Mersin’de, doksanların sendikal mücadelesinde yol arkadaşlığı yaptığım Selahattin Güvenç ile karşılaşmamızda tanımıştım. Sosyal yönü güçlü olan Selahattin abinin Darjin ile fazla ilgilenmesi dikkatimi çekmişti. Ve Darjin’in otistik olduğunu öğrenmiştim.
Selahattin Güvenç aslında Mersin de değil Diyarbakır da yaşaması gereken biriydi. Bu kentin toplumsal dokusu içinde yer almış, onunla bütünleşmiş kentlilerden biriydi. Surların koruduğu kentin günlük meselelerde hazırcevap, olayları sakin karşılayıp her daim çözümü olan, kadirşinas ve de mizahi yanı güçlü sakinlerinden biriydi.
Onu doksanların başında Diyarbakır Göğüs Hastanesi’nde ziyaret etmiştim. Çalıştığı laboratuvar odasının duvarlarında İstanbul’da fiili olarak kurulan ve meşru mücadele ile yaşatılan Tüm Sağlık Sen’in (Tüm Sağlık Çalışanları Sendikası) afişleri vardı. Diyarbakır’da da birkaç maceracı arkadaşıyla sendikayı kurmuşlardı. Onun gibi diğer bir işyeri temsilcisi Mehmet Satıcı ile de tanışmıştım.
İkisi de sendikal mücadeleye canı gönülden bağlı, fedakar ve cefakar arkadaşlardı. Örgütlenme yasaklarının olduğu, faili meçhul denen cinayetlerin yaşandığı, can güvenliğinin en önemli sorun olduğu bir dönemde, ikisi de her gün iş çıkışı sendikaya gidiyor, arkadaşlara moral veriyordu.
Selahattin abi ile ilk eylemim, 1991 yılında Ulucami önünde, zamanın başbakanı Demirel’in ünlü “Kürt realitesini tanıyorum” dediği mitinginde, “Sendika kurmak hakkımız, söke söke alırız” pankartını açmaktı. Bu pankartı açtığımız için bir diğer sendikal aktivist Serdar Koçyiğit’le birlikte gözaltına alınarak Çarşı Karakolu’nda ifadeye götürülmüştük. Bunu “karşılaştığımız baskıların içinde en eğlenceli olanı”........
© Güneydoğu Ekspres
