CHP programına dair bazı notlar: Kalkınmacı retorikle neoliberal çerçeve arasında sıkışmış bir metin
Cumhuriyet Halk Partisi geçtiğimiz hafta yeni parti programını açıkladı. Son seçimlerden birinci parti olarak çıkan ve 19 Mart’tan bu yana büyük bir saldırı altında olan CHP’nin iktidar vizyonunu ortaya koyması açısından bu metin önemli. Bu yazıda programın ekonomiye yaklaşımına dair eleştirel değerlendirmelerimi paylaşacağım. Dört bölümden oluşan programın “kalkınma ve ekonomi” ile “sosyal devlet” başlıklı bölümleri CHP’nin ekonomi anlayışını ve iktidara gelmeleri halinde izleyecekleri politikaları ortaya koyuyor. Yeni bir program hazırlanmasının gerekçesi Türkiye’nin çoklu krizlerle ve belirsiz bir küresel ortamla karşı karşıya olduğu tespitine dayanıyor. Ancak bu tespiti açıklayan, Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarını, kriz dinamiklerini ve olası gelecek senaryolarını tartışan bir bölüm bulunmadığı için bu ifadelerde ne kastedildiği belirsiz kalıyor.
Program ilk bakışta “kamucu”, “planlamacı” ve “yatırımcı devlet” vurgularıyla kalkınmacı-devletçi bir ton kuruyor. Devletin üretici ve girişimci bir aktör olacağı belirtiliyor. Ancak programın kalkınmanın temel hedefi olarak “Küresel rekabet gücünü artırmayı” tanımlaması önemli bir ideolojik tercihe işaret ediyor. 1990’lardan bu yana neoliberal kalkınma söyleminin merkezinde yer alan bu kavram, toplumsal kalkınmayı refah, emek hakları ya da bölüşüm adaleti yerine rekabetçilik üzerinden tanımlayan bir çerçeveye dayanıyor. Türkiye gibi orta gelirli ekonomilerde rekabet gücü vurgusu çoğu zaman düşük ücretlere, esnek çalışmaya ve ithalata bağımlı üretim modellerine sıkışmayı beraberinde getiriyor. Programın bu kavramı sorgulamadan merkeze alması, kalkınma vizyonunun sınırlarını baştan çiziyor.
Program planlamaya bir rol atfetse de oluşturulacak ulusal planlama kurumunun yalnızca koordinasyonla sınırlı olduğu anlaşılıyor; yönlendirici veya bağlayıcı niteliği ise tamamen belirsiz bırakılıyor. Programda planlama kavramı “Stratejik hedeflerin belirlenmesi”, “Koordinasyonun sağlanması” ve “Büyümenin öngörülebilir kılınması” gibi oldukça soyut ifadelerle tanımlanıyor. Oysa planlamanın kalkınmacı bir çerçevede anlam kazanabilmesi için sektörel yönlendirme kapasitesine, yatırım önceliklerine ve bütçe tahsislerinde bağlayıcılık sağlayacak kurumsal yetkilere sahip olması gerekir. Metinde bu konuların hiçbirine değinilmemesi, planlama söyleminin yapısal dönüşüm aracı olarak değil, daha çok bir “yönetişim mekanizması” olarak ele alındığını gösteriyor.
Programın zayıflıklarından biri sektör politikalarındaki belirsizlik. Enerji, madenler, savunma, tarım-gıda, uzay-havacılık ve biyoteknoloji stratejik sektörler olarak belirtilse de devletin bu alanlarda hangi araçlarla (kamusal mülkiyet, kamu işletmeleri, ortaklık modelleri, düzenleme vb.) nasıl bir rol üstleneceği açıklanmıyor. Stratejik sektör tanımı yapılmasına rağmen kamusal işletmecilik, sektörel dönüşüm hedefleri ve yatırım mekanizmaları tanımsız bırakılıyor. Bu nedenle program, kalkınmacı söylemine rağmen somut politika mimarisini ortaya koyamıyor. Ayrıca stratejik sektörler listelenirken aynı zamanda devletin “serbest rekabetin güvencesi” olacağının belirtilmesi dikkat çekiyor. Savunma, enerji ve madenler gibi doğası gereği tekelci ya da yüksek giriş maliyetli alanlarda rekabetin nasıl işleyeceği belirsizdir. Bu tür sektörlerde kamusal........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein