Meclis komisyonu: Her şeyde bir çatlak var, umut da oradan sızar
Çal hâlâ çalabilen çanları
Unut o kusursuz sunuyu
Her şeyde bir çatlak vardır
Işık da işte oradan sızar
Leonard Cohen, Anthem
Türkiye siyasetinin belleği, umutla kurulan ama sessizlikle dağılan nice komisyonla dolu. Yine de her seferinde, yeni bir masa kurulduğunda, her şeyin değişebileceğine dair kırılgan bir his beliriyor. Belki bu kez farklı olur... Belki çatlamış duvarlardan bir ışık sızar. Belki kelimeler —kardeşlik, dayanışma, demokrasi— bu kez yalnızca tabelalarda kalmaz. Bu yazı, o ihtimali bütünüyle reddetmeden, ama gözünü de kapatmadan, sürece eleştirel bir umutla bakıyor. Çünkü bazen bir adım, gerçekte bir dönüşümün ilk habercisi olabilir… ya da olmayabilir. Mesele bu belirsizliğin içinde, umudu yitirmemek.
***
Meclis’te bir kez daha umutlu kelimeler yan yana dizildi: Millî, Dayanışma, Kardeşlik, Demokrasi. Okurken insanın içi serinliyor. Sanki tek başına bu kelimeleri yan yana getirmek bile toplumsal yaraları saracakmış gibi. Ancak Türkiye siyasetini az çok bilen herkes, bu tür süslü isimlerin ardında çoğu zaman büyük bir boşluğun gizlendiğini de fark eder. Çünkü isimler hep gösterişli olur; ama uygulamaya gelince sessizlik, unutuluş ve hayal kırıklığı çıkar karşımıza.
Yeni kurulan bu komisyonun amacı belli: “Toplumsal bütünleşmeyi sağlamak, terörü gündemden düşürmek, demokrasiyi güçlendirmek.” Kağıt üstünde kulağa hoş geliyor. Gerçekteyse komisyonun sınırları çizilmiş: Kanun teklifleri hazırlayabilir ama yasalaştıramaz; tartışmaları kapalı yapabilir, tutanakları on yıl boyunca raflara kaldırabilir. Adı var, kendi yok diyelim mi? Yoksa asıl amaç da zaten bu mu: adı var, kendi olmasın?
Bu ülkede komisyon görmekten başımız döndü. Hatırlayın: 1990’larda “Demokrasi Paketi Komisyonu” kurulmuştu. OHAL’in gölgesinde, devleti biraz olsun yumuşatmak, Avrupa Konseyi’ne rapor sunmak amacıyla ortaya çıkmıştı. Peki sonuç? Hatırlayan var mı? Yok, çünkü yok.
2000’lerin başında “AB Uyum Komisyonları” vardı. Avrupa Birliği trenine binmek için heyecanla çalışıyorlardı. Türkiye’nin demokratikleşme yolunda hızlandığı yıllardı; yasalar çıkarıldı, uyum paketleri hazırlandı. Ama yolun yarısında tren raydan çıktı. Komisyonlar kağıtlarda kaldı, siyasî irade başka mecralara savruldu.
2013’te ise “Çözüm Süreci”nin parçası olarak “Akil İnsanlar Heyeti” sahneye çıktı. Anadolu şehirlerinde meydanları dolduran kalabalıklara umut dağıtıldı, barış türküleri söylendi. O günleri yaşayanlar hâlâ hatırlıyor. Ama birkaç ay sonra süreç buharlaştı; o heyetin isimleri, bir kısmı kahraman ilan edildi, bir kısmı “iktidarın süsü” olmakla yaftalandı.
Bugün kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu da bu zincire ekleniyor. Adı büyük, iddiası yüksek; ama Türkiye’nin siyasal iklimi bugüne kadar hiç olmadığı kadar sert. Belediyelere yönelik operasyonların gölgesinde, yargının siyasallaştığı bir dönemde kuruluyor bu komisyon. Barış ve kardeşlik söylemi kulağa hoş geliyor ama siyasal bağlam, söylemin altını boşaltıyor.
Siyaset felsefecisi Jeremy Waldron, Law and Legitimacy kitabında (2012)[1] basit ama güçlü bir şey söyler: Bir yasa ya da kararın meşruiyeti sadece var olmasından değil, nasıl yapıldığından gelir. Eğer herkesin sesi duyulmuşsa, süreç şeffaf ve katılımcıysa, çıkan sonuca toplum rıza gösterir (s. 15–19). Ama işler kapalı kapılar ardında çevriliyorsa, hukuk teknik........
© Evrensel
