DİYALEKTİK MATERYALİZM – 3 (KAVRAMLAR)
Mânânın veçhinde maddeye ışık olması temennisiyle yazmaya gayret ettiğimiz serimizin ilk yazısında nüvelerini Antikite’den alan ve Avrupa’da filizlenen bir istismar biçimi olan diyalektik düşüncenin tarihinden bahsetmiştik. Bilimsel Sosyalist Fikir Sistemi’nin metodu olarak bilinen bu düşünce biçimi; zamanla belirli kavramlar, kuramlar ve kanunlar oluşturmuş, bu sun’i yapılarla adeta tabiata meydan okumuş ve sözde bilimsel olan fikir sistemini meydana getirmişti. İkinci yazımızda diyalektik düşüncenin temel kavramlarına giriş yapmış, madde ve varlık meselesine eğilmiştik. Bu yazımızda kavramlar serisine devam edeceğiz.
Mânâyı inkâr ederek maddeyi istismar eden ancak ironik biçimde maddeyi anladığını iddia eden, determinist vasfının getirisiyle tabiatta tesadüfün olmadığına inanan ancak tabii hadiseleri zorunlu tesadüf (!) dışında açıklayamayan, izafî kanunları mutlaklaştıran ancak mutlak kavramını yoklukla sınırlayan, insandaki ruh-akıl- idrâk- şuur muvazenesini sağlayamadığı için her varlığı yalnız bırakma temayülünden kurtulamayan, zaman zaman en insanî hasletleri dâhi inkâr eden bu istismar biçimi, girdiği bedenlerde adeta bir “zihin kanseri”ne yol açmıştır.
Diyalektik materyalizmin kanser hücrelerinden biri, sonsuzluk kavramıdır.
Sonsuzluk
Varlık ve yokluk çıkmazında bize yön tâyin eden mutlak kavramı ancak sonsuzlukla açıklanabilecektir. Sonsuzluğun üç hâlde karşılığı vardır. Yani bir varlığın sonsuz olduğu iddia ediliyorsa o varlığın şu üç noktada sonsuzlaşmış olması gerekir: ezelde, ebedde ve hâlde. 1-) Ezelî sonsuzluk, başlangıçsız olmak. 2-) Ebedî sonsuzluk, bitişsiz olmak. 3-) Hâlde sonsuzluk, şu anda sonsuz olmak.[1] Önceki yazımızda açıkladığımız gibi sonsuz olan bir varlık, mahiyeti itibariyle başka bir varlığa dönüşmemelidir. Diyalektik materyalizmin ilk çelişkisi budur.
Bir varlığın mutlak olması için sonsuz olması gerekir. Maddeye mutlak vasfını veren diyalektik maddeci, sonsuzluğun ne olduğunu kavrayabilmiş değildir.
Sonsuzluğun kavranılamaması, çokluğu bir ahenk içinde ele alamamaktan kaynaklanır. Çünkü çokluğun olduğu yerde muhakkak ki bir son olur. Mesela tabiatı ele alalım, varlık âlemini her biri ayrı, birbirinden münezzeh tekâmül eden atom parçacıkları olarak değerlendirelim. Tekâmülün ve dönüşümün bir sınırı olmadığı için buradaki sonsuzluk aslında çokluk ve yalnızlıktır. Oysa sonsuzluk, üç boyutlu değildir ve mekâna – zamana hapsolamaz.
Diyalektik maddecinin tasavvurunda birbirine zıt hareketlerle başka bir maddeye dönüşen her varlık, yalnız bırakılmış dolayısıyla sonsuzlaşamamıştır. Oysa varlık âleminin çokluğu değil de birliği temsil ettiği, hiçbir varlığın yalnız olmadığı, her bir varlığın ve âlemin belli bir gâye üzre var olduğu kabul edilirse üç boyutlu olmayan ve mekâna – zamana sığdırılamayan gerçek bir sonsuzluk kavramı ortaya çıkacaktır. Bu bakımdan sonsuzluğun hakikâtini bulabilmek ve ona yaklaşabilmek için manevileşmek, gâyeyi idrâk etmek, varlık âlemindeki hiçbir varlığı yalnızlaştırmayan bir tasavvur inşa etmek gerekir.
Üç boyutlu varlığın mahiyeti “ne ile sınırlı?” “öncesinde ne var?” “sonrasında ne olacak?” nasıl devam ediyor?” gibi sorulara muhataptır. Oysa sonsuz olan, öncesinde ve sonrasında herhangi bir varlığa muhtaç değildir, tekâmül etmez ve belli kanunlarla hareket etmez.
Arvasi Hoca, “Üç boyutluları istediğiniz kadar yan yana, üst üste ve uç uca koyunuz, sonsuzu elde edemezsiniz. İki ve daha çok sayıda sonsuz birbirlerini sınırlayacaklarından, sonsuz ister istemez bir tane olmalıdır” demektedir.[2] Nitekim matematik de bu teoriyi ispat etmektedir. Tüm sayıları toplayınız, yine de sonsuza ulaşamazsınız. Matematikteki limit, sonsuzluğa değil matematiğin sınırlarını çizdiği bir alana ulaşabilir çünkü sonsuzluk bir sayı değildir. Saymak, sonsuz olamamak demektir.
Bu hâlde tabiatın ve varlık âleminin sonsuz olması imkânsızdır ancak yekûn olarak ele alınması ve yaratıldığı gâye üzre teklik fikrine hizmet etmesi, sonsuz olan mutlak varlık fikrinin idrâkini kolaylaştırır. Fıtrî olan, varlık fikrinin tekliğidir. İnsan idrakinin icabı, tekliği kavramaktır.
Sözün yekûnu, sonsuz olan tektir, üç boyutlu değildir. Kendisine herhangi bir ortak yoktur. Evveli ve ahiri yoktur. Belli bir tekâmül içinde değildir ve kendisinden münezzeh olan hiçbir varlık yoktur. Her varlık, O’nun içinde anlam kazanır, dolayısıyla ondan gayrı bir “dış” ve “çevre” de yoktur. Bu, eser – müessir ilişkisini tevhidin sırrı olarak gören vahdet-i sübut anlayışının çözümlediği bir varlık problemidir. Diyalektik maddeci bu çözümden mahrum kalmıştır.
O hâlde denilebilir ki sonsuzluğu tanımlamak için sorulacak soru, oluş fiilinin sürekliliğinin nasıl gerçekleştiği değil oluşun neye ait olduğudur.[3]
Diyalektik maddecinin sonsuzluk hakkındaki bir diğer yanılgısı uzay ve zaman meselesindedir. Bakınız Sovyetlerin en meşhur Marksist filozofu (!) Alexander Spirkin bizzat kaleme aldığı bir eserde neler diyor?
“Uzay sonsuzdur. Zamanın da sonu yoktur. Modern bilim bu sonucu doğrular. Bazı yıldızların bizden milyarlarca ışık yılı uzaklıkta olduğu gök bilimciler tarafından bulunmuştur. Bu gibi uzaklıkları kafamızda canlandırmak güçtür. Ancak gök bilimciler, bu yıldızların bile hiçbir sınırı temsil etmediklerini belirtmektedir.”[4]
Oysa uçsuz bucaksız gözüken bu kâinatın belli bir hacmi vardır. Alexander Spirkin’in söz konusu kitabı kaleme aldığı yıllarda henüz yeni vefat etmiş........
© Yeni Ufuk Dergisi
