9 CİLTLİK ÜLKÜCÜ HAREKET SERİSİNE GENEL BİR BAKIŞ
Bazı eserler vardır. Milletlerin tarihinde adeta bir köşe taşı olur. Mesela Göktürk Kitabeleri, Türk devlet felsefesini yansıtması bakımından paha biçilemezdir. Okuyan âdeta Göktürklerin devlet şuuru karşısında önünü ilikler, isimsiz balbalların meselesini gütmeye başlar. Atsız’ın Bozkurtlar’ı daha önce hiç bozkır görmemiş Türk çocuklarını Kür Şad’ın ordusunda 41. Çeri yapar. At seslerinin yaprak hışırtısına karıştığı ovalarda, Vey Irmağı’nın kenarında, Çin Sarayı’nın avlusunda kılıçla yağıya “hurra” diye hücum ettirir. Her bir okur, Kurtkaya gibi gerektiğinde elini çözüp can verecek, can verdikçe can bulacak bir inanmışlığın sureti olur. Aynı okur, Sepetçioğlu’nun Yesili Hoca Ahmet üçlemesinde bir elinde tahta kılıç, bir elinde demir kılıç fetihten fethe koşan Türk dervişlerinden olur. Taşlarını döşediği yolun mürüvvetini göremeyeceğini bile bile her bir kitabın sonunu iple çeker. Dünkü Türkiye Serisi’nde Alparslan’la birlikte at koşturur, Anadolu’yu vatan kılar. Vatan kıldığı Anadolu’da Hacı Bayram Veli, Akşemseddin ve Horoz Dede ile alperenler yetiştirir. Türkçülüğün Esasları, Türk milliyetçiliğini sistematikleştirmesi bakımından ulvî bir vazifeyi başarmıştır. Türkçülüğün Esasları’nı okuyan iman tazeler, özgüvenini arttırır. Çünkü bilginin ağırlığıyla kuşatılmıştır artık. Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi, sistematikleşen bu fikri açık, sarih, anın şartlarına uygun hâle getirir, bilgiyle kuşanmış neferleri Kırklar Meydanı’na gönderir.
İşte bu eserler gibi, bir eser daha vardır ki okuyanı kendine getirir. Okuyan her cümlesinde anlatılan o kahraman nesli yanında hisseder. Sanki sağında Başbuğ Alparslan Türkeş, solunda Dündar Taşer, karşısında Galip Erdem, arkasında Seyyid Ahmet Arvasi vardır, şehitler ardı sıra dizilmiştir. Okuyucu evvela bunun ağırlığı altında ezilir sonra küllerinden doğan bir Anka kuşu misali kanatlanmaya başlar. Satırları âbide şahsiyetler ile birlikte okur; her meseleyi, her bilgiyi onlarla birlikte yorumlar. Zamanın mühim başyazıları bizzat müellifinin sesinden kulağına çalınmaya başlar. Evet… 9 ciltlik Ülkücü Hareket serisinden, bizim tarihimizden, bahsediyoruz.
2024 yılının Kasım ayında Hakkı Öznur’un Ülkücü Hareket serisi dokuz cilt olarak yayımlandı. Bu eser daha önce -1999 yılında- altı cilt olarak yayımlanmıştı. Yeni baskı ile her cildin muhtevası güncellendi ve yeni üç cilt eklendi. Her cildi Ülkücü Hareket’in anlaşılması ve anlatılması bakımından eşsiz bir pahaya sahip bu seri, tarihimizin altın yaldızlı sayfalarına bir şeref nişanesi olarak konulacaktır. Öyle ki bu eser; bir milletin ne büyük adamlar yetiştirebildiğini, fedakârlık yapan değil bizzat feda olan bir neslin nasıl eğitildiğini, imanın imkân yaratarak potansiyeli satha çıkarmasını, yokluğun içerisinde canla, kanla, mürekkeple, gençlikle, sevdayla ödenen bedelleri, hülasa Türk’ün var olmak kavgasını anlatır.
Tarih yazmanın tarih yapmak kadar mühim olduğu hatta tarihin unutulduğu bir devirde tarih yapmaktan bile daha mühim olduğu apaçık ortadadır. Zira yapılan tarih, yazılmamışsa unutulduğu an yapılmamış sayılır. Bu sebeptendir ki bu kıymetli eserin varlığı, Türk milliyetçiliğinin emniyet sibobudur, mücadelemizin teminatıdır. Yürürken dağları titreten, konuşurken arşı inleten yiğitler; suret değiştirerek okuyucuların arasına gizlenir. Türk milliyetçilerinin bugün nice amnezi, alzheimer hastalarını kıskandıracak kadar derin bir hâfıza kaybı yaşadığı düşünüldüğünde bu eser, âdeta yeniden doğuşun adıdır. Milliyetçi Türkiye’nin doğum sancısıdır. Umut aşısıdır. İman ettiklerinin enkaz altında kaldığını görenlere yaşama ve mücadeleye yeniden başlama sebebi verir.
Ülkücü Hareket’in tarihini anlatan bu ilk ve tek eser, geçmişimize ödenen vefa borcumuz, geleceğimize söylenen sözümüzdür. “Bozkurtlar mı diriliyor fırtınalı çağlardan?” diyen şairin haklılık payı, bu eseri bir oya gibi zihnine nakşeden gençliğin tavrında ortaya çıkacaktır. Evet… Bozkurtlar diriliyor, fırtınalı çağlardan. Özlediğimiz dünya, bu eseri hisseden gençlerin imar, inşa ve ihya edeceği dünyadır.
İlk cildin teşekkür bahsinde bu eserin 35 yıllık bir çalışma olduğu söylense de bu eser aslında binlerce yıllık bir emeğin mahsulüdür. Kitabın içinde yer alan röportajlar, tarihî belgeler, yazılar, fotoğraflar 35 yıllık bir arşiv çalışmasının neticesi olabilir ancak bu eserin ortaya çıkmasını sağlayan zihin ve fikir ıstırabı, Türk milletinin yaşına eştir.
Ülkücü Hareket’in tarihini bilmenin bize sağladığı faydalar bu sayfalara sığmayacak kadar fazladır. Zira bir Ülkücü’nün Ülkücü Hareket’in tarihini bilmesi, bir kimsenin kendi kimliğini bilmesi gibidir. Onu cami avlusuna bırakılmış bir çocuktan farksız kılan, kimliğidir. Nereden geldiği, kim olduğu, soyunun hangi aileye dayandığı bu kimlikte yazılıdır. Hatta kimlik, yalnızca o kimse için değil o kimseyi tanımak isteyenler için de yegâne belgedir. Ülkücü Hareket’in kimliği de bu 9 ciltlik eserin içindedir. Yalnızca Ülkücüler değil, Ülkücüleri tanımak isteyenler de bu eseri en küçük detayına kadar okumalıdır.
İnsan bildiğine iman eder. Bilgisizlik tekzibe, bilgi tasdike götürür. Ülkücü Hareket’in tarihini bilmeden yapılan ülkücülük, yüzme bilmeden okyanusa balıklama atlamaya benzer. Bilgi vazıh, sarih bir imana olanak sağlar. Kişiyi karşılaşacağı tehditlere hazırlıklı hâle getirir. Ayrıca bilmek özgüven verir. Bizden öncekilerin başarmış olduklarını görmek, bizim başarabileceklerimizi daha sıhhatli bir zeminde tahayyül etmemizi kolaylaştırır. Nitekim Ülkücü Hareket, Türk milletinin özgüven mücadelesidir, özgüvenli olmayan kimselerce ileriye taşınması mümkün değildir. Tarih bilmenin sağladığı özgüven daimî bir hareket sağlar. Yorgunluğun, umutsuzluğun kucağından aldığı insana yeni bir şevk ile meydan savaşlarına dâhi dayanabilecek kuvveti verir. Ülkücü Hareket serisi adeta bir motivasyon kaynağıdır, yeni ufuklara doğru gidilen yolda bitmek bilmeyen bir su kaynağı sunar. Susadıkça bu kaynağa inen Ülkücü, her defasında deniz suyu içmiş gibi olur.
Eseri okumanın başkaca bir faydası: Yaşımız itibariyle şahsen tanımamızın mümkün olmadığı, üçüncü kişilerden dinlediğimiz, kitaplardan okuduğumuz âbide şahsiyetleri yakinen tanıma imkânı sağlar. Bu imkân doğrultusunda biz âbide şahsiyetlerimizle şahsen bağ kurarız, onlara yaklaştıkça yaklaşırız. İnsanî hasletleri, fikrî meziyetleri, nasıl mücadele ettikleri bizim için bir destan anlatısı olmanın ötesine geçer ve gerçeklik kazanır. Böylelikle onları hem daha iyi anlarız hem de yaklaştıkça insanların küçüldüğü bir çağda yaklaştıkça insanların nasıl büyüyebildiğini bizzat tecrübe etmiş oluruz. Böylelikle adeta hareketimizin yüz akı, âbidesi, kilit ismi olan birçok şahsiyet bizim zihnimizde, tavrımızda, hayata bakışımızda yaşamaya devam eder. Uzaktan bir manzara misali seyredilen, destanlaştırdıkça gayriinsanî meziyetlerle donatılan, uhrevî bir güçle kuşatılan âbide şahsiyetlerimizle şahsen bağ kurmanın ve onları anlamanın yolu açılır. Onların hayatlarına bir büyüteç yardımıyla girdiğimizde hem ne kadar sıradan hem de ne kadar sıra dışı olduklarını görürüz. Mesela uzaktan gördüğümüzde sanki bize hiç yemek yemiyormuş, uyumuyormuş, sevdalanmıyormuş gibi gelen insanların aslında yemek yediğini, uyuduğunu, günlük ihtiyaçları ve işleri olduğunu, ailelerinin olduğunu, birçok şahsî problemle boğuştuğunu görürüz. Bunlar onları sıradan yapan hususiyetlerdendir. Aynı zamanda bu âbide şahsiyetler, bir mefkûrenin ateşinde nefislerini yaktıkları, dünyalık ve ahretlik hiçbir menfaate tamah etmeden dik yaşadıkları, günlük – şahsî tüm ihtiyaçlarını aşkın bir ideal karşısında ötekileştirdikleri, meselelerini Büyük Türkiye’nin meselesi hâline getirdikleri için sıra dışılardır. Onların bu hususiyetleri ise bize izleyeceğimiz rotada bir rehber görevi görür.
Bu eserde mücadelenin en kanlı, en çetin günlerinde yaşanmış hâdiseler, Ülkücülerin bu hadiselerle baş etme metodu, teoride mutlak mânâsıyla sarih olan Türk milliyetçiliğinin pratikte karşılaştığı problemler ve bu problemlere çözüm önerileri aşikâr bir biçimde ortaya konmuştur. Dolayısıyla tüm bu yaşananları ve yazılanları okumak bizleri sanki o günlerde var olmuşuz, o günlerde kavga vermişiz gibi tecrübeli yapar. Nihayetinde tâlip olduklarımızı bir hayâl âleminde değil hakikat âleminde sunar. Böylelikle geçip geçmeyeceğimiz belli olmayan imtihanlar hakkında bir nebze de olsa fikir edinme hakkını verir.
Ülkücü Hareket’in tarihini muayyen ve mahdut bir biçimde sayfalara dökmek, hareketin üzerindeki müphemiyeti giderir. Böylelikle milliyetçi hareket; ne idüğü belirsiz, mensuplarının çektiği tarafa giden, bulunduğu kabın şeklini alan bir hareket olmaktan çıkıp aynı teoride olduğu gibi pratikte de sistemli bir mücadele sunar. Milliyetçiyim diyenlerin, önüne ülkücü-milliyetçi sıfatı koyarak müesseseleşen yapıların Türk milliyetçiliği ile ne kadar bağdaşıp bağdaşmadığını tahlil etme imkânı verir. Geçmişte yapılan doğruları, yanlışları görürüz. Bugün hâlâ bu doğruların ya da yanlışların ne derecede........
© Yeni Ufuk Dergisi
