menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

‘Türk’ün adı yok

23 4
29.10.2025

Prof. Dr. Semih Güneri yazdı…

Ağustosun son bunaltıcı günlerinde yazmaya başladığım yeni makalemi en-nihayet geçen hafta, hüzünlü Ekim ayının son günlerinde bitirebildim. Benim gibi tembel bir akademisyen için bir makale yazımına bu iki aylık süre az bile. O makale şu anda akademik süreli derginin hakemler kurulunda. Cezası kesiliyor. Bu iki aylık sürede ana kaynaklar dışında, gerekli-gereksiz bütün ayrıntılar için yaklaşık elli-atmış kadar da yeni ilave makale-kitap okumak zorunda oluruz. Bir makale yazımı sırasında zamanımın büyük bir bölümünü alan bu gereksiz detaylar beni bir sonraki yazımın doğuşuna doğru sürükler. İşte bu seferki doğuşun adı: “Türk”ün adı yok. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramını bize armağan edenlere ithaf ediyorum. Coğrafyadan başlayalım mı? Hadi başlayalım:

‘Orta Asya’ deyimi 1843’lerde ortaya atılıyor. Atanın adı Alexander von Humboldt. İki yaş büyüğü Wilhelm von Humboldt ayrı. O bir üniversite hocası. Bizimkisi ailenin kâşif-maceraperest olanı. Deyimin ortaya atıldığı yer Çarlık Rusya’sı. Dönem Çar I. Nikolay dönemi. Yıl 1829. Bu ‘Orta Asya’ uydurmasının o günlerde zaten bir karşılığı vardı ki: Turkestan/Türkistan. Ne diye Orta Asya oluyor? O günlerin yayınlarında, haritalarında açıkça kaydedildiği gibi o hayat alanlarına verilen ad Turkestan ile zaten tescillidir. Yani kadim Türklerin binyıllardır yaşayıp durduğu ata-yurt topraklarıdır.

Berlin’li Alexander, aslında yeni keşiflere açılan Asya yolculuğunda yapacağı keşiflere bakıyordu. Ne ki servetini, atmış yaşına kadar Amerika ve Afrika araştırmalarında ve onların yayın masrafları uğrunda har vurup harman savurduğu için, kala-kala hükümetin ona bağladığı üç kuruşluk emekli aylığına kalmıştı. Asya ekspedisyonu için parası yoktu. Kâşif-maceraperest Alexander, Rus Çarı I. Nikolay’ın bir yıllık bütün keşif gezileri harcamalarını karşılamak üzere kendisini Rusya’ya davetini göbek atarak kabul etmişti. Bu fantastik coğrafî deyimi kim bilir, belki de minnet borcunu Çar’a bir şekilde ödemek için sarf etmiş bile olabilirdi. Rus toprakları üstünde “Türkistan” da ne demek oluyor? Türk de ne? Tabi ki Asya’nın ortası. Yalan yok. Bu benim düşüncem. Ama gelin görün ki Alman Alexander’ın gününden bugüne ben dâhil hepimiz ona ‘Orta Asya’ dedik durduk. Aklımıza kilit vurdular da Türkistan diyemedik. Umarım bundan sonra deriz.

Bu Berlin’li Alexander, evet bir Alman kâşif-maceraperestidir. ‘Maceraperest’ derken küçümsediğim filan yok. MS 18.-19. yüzyıllar, muhteşem coğrafya ve arkeoloji keşiflerinin yapıldığı asırlardır. Yapanlar da Avrupa’nın ‘aristokrat-burjuvazi’ ailelerinden çıkan meraklı, özel, mirasyedi tiplerdir. Bu tipler, birbirine bağlı konular olan biyoloji-coğrafya-tarih-arkeoloji alanlarındaki önemli keşiflerini Amerika-Afrika-Asya coğrafyalarının tehlikeli, ölümcül yollarını adım-adım yürüyerek gerçekleştirdiler. Onlara bilim dünyası bu bakımdan minnet borçludur. Onlar, ailelerinden kalan servetlerini, yaptıkları uzun mesafe seyahatler ve kitaplarını cilt-cilt yayınlatabilmek için tükettiler. Ama sonuçta onları bu yola sevk eden ve bin-bir tehlikelerle dolu yolları geçerken onları diri tutan sadece ‘maceraperest’ ruhları idi. ‘Tehlikeli’ ya da ‘ölümcül’ derken hiç abartmıyorum. Bir başka kâşif-maceraperest bendeniz de, yirmi beş yılımı onların geçtiği yollarda harcadığım için o güzergâhların bugün bile ne denli tehlikeli ve ölümcül dönemeçler barındırdığını yaşayarak öğrendim. Geçmişe dair hazin bir örnek vereceğim. Berlin’li Alexander’ın Doğudan Batıya, bütün Sibirya’yı 15.000 kilometre kat ederek geçtiği 1829 yaz aylarında (Mart-Kasım) bir başka Alman kâşif-maceraperest F.E. Schulz Doğu Anadolu’nun en zor coğrafyalarında yollardaydı. Henüz 30 yaşındaki araştırmacı Hakkari........

© Veryansın TV