menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

18’inci İstanbul Bienali: “Üç Ayaklı Kedi”nin izinde

17 0
21.09.2025

Diğer

21 Eylül 2025

Fotoğraflar: İKSV

Bir yıl atlayan İstanbul Bienali nihayet cumartesi günü (dün) izleyiciye açıldı. Bu bölgelerin insanı bienal küratörü Christine Tohmé, siyasi içerikli konuşmasıyla Eski Fransız Yetimhanesi’nin bahçesinde 18’inci bienali açtı. Açtı ve herkesin de sempatisini kazandı. Çünkü bölgenin gerçeklerini, Filistin ve Gazze’yi, demokrasi yoksunluğunu, savaşı, yerinden yurdundan edinmeyi, hukuksuzluğu, her şeyi bizzat yaşayarak öğrendiği için bunları da açık sözlülükle dile getirdi.

Kendisi Lübnanlı, ülkesinde Askhar Alwan Plastik Sanatlar Birliği kurucusu. Türkiye’ye de 20 yıldır gidiyor geliyor, çeşitli sanatsal etkinliklerde yer alıyor. “Bugünlerde ne yaparsak tümseklerle karşılaşıyoruz, siyasi tümseklerle... Tarihin karanlık bir bölümüyle karşı karşıyayız. Biz çalışmalarımızla baskı altındaki insanlara biraz umut vermeye çalışıyoruz. İnsanlar her gün çok korkunç işkenceyle karşı karşıya kalıyor. Filistin’deki soykırımına dur dememiz gerekiyor. Dünyanın bir köşesinde insanlar kesilip biçilirken biz yataklarımızda rahat uyuyamayız” diye başladı bienalin kavramsal çerçevesini çizmeden önceki konuşmasına.

18’inci İstanbul Bienali’nin başlığı ‘Üç Ayaklı Kedi’. Nasıl bir kedi bu, demeyin. 18. İstanbul Bienali, 2025’te başlayıp 2027’de sona erecek ve üç ayrı bölümden oluşacak. Bienal boyunca sunulan her program, bir önceki aşamada açılan araştırma ve sorgulama hatlarının üzerine inşa edilecek. Yani Christine Tohmé’nin aklındaki şu; ‘Süre üç yıla esnetilirse bu bienal yerel kültür ve sanat ortamıyla işbirliği sağlayacak, hem yerel hem uluslararası sanatçılar birbirleriyle işbirliği yapabilecek.’

Tohmé, Lübnan’daki kurucusu olduğu Askhar Alwan’da da ve küratörlüğünü üstlendiği uluslararası bienallerde de bu tür yaklaşımlar sergiliyor zaten. Onun kavramsal çerçeve ile ilgili sözlerini tam olarak aktarmak istiyorum: Üç ayağı üzerinde 2025’ten 2027’ye uzanan 18. İstanbul Bienali, her yönüyle bir kediyi andırıyor. Zaman içinde esneyerek ayaklarını yere basıyor, sohbetlerden, egzersizlerden ve aralıksız haber akışından beslenen bir ritmi benimsiyor. Tema olarak kendini koruma ile gelecek olasılıklarını merkeze alan bienalin ilk ayağı, 20 Eylül-23 Kasım 2025 tarihleri arasında 40’tan fazla sanatçının eserini içeren bir sergiyle birlikte performanslar, gösterimler ve konuşmalar sunuyor. 2026’daki ikinci ayak, bir akademi oluşturmaya ve yerel inisiyatiflerle iş birliği içinde bir kamusal program dizisi geliştirmeye odaklanıyor. 2027’de ise bienal üçüncü ayağına yaslanarak dinleniyor, yol boyunca karşılaştıklarını bir araya getiren son bir sergi ve atölye programıyla tamamlanıyor.”

Biraz uzun oldu ama önümüzdeki yıllarda bienalin devamını göreceğimizi en azından biliyoruz. Benim aklıma takılan soru şu; Bienal biliyorsunuz, iki yılda bir tekrarlanan bir etkinlik. 19. İstanbul Bienali belli ki 2027’de gerçekleşmesi gerekirken olmayacak çünkü bu bienal hâlâ devam ediyor olacak. E biz artık bienal değil de triennial mı, yani üç yılda bir mi yapacağız bu etkinliğimizi?

Christine Tohmé’ye hemen kanım kaynadı. Etiyle kemiğiyle, bu sorunlu, savaşlı, baskı altındaki bölgenin bir kadını. Birkaç kez sohbet etme imkanı buldum. “Ben böyleyim, etrafımda bütün bu olan bitenler varken, güney Lübnan’da annemin evi yerle bir olmuşken, her dakika ateş altında yaşarken ‘la vie en rose’ şarkısını söyleyemem” diyor. Sadece kanım kaynamakla kalmadı 10 yıl önceki Carolyn Christov-Bakargiev’in küratörlüğündeki 14’üncü İstanbul Bienali’nden beri hem görsel hem zihinsel olarak bunun son yılların en iyi bienali olduğunu düşündüm gezdiğim gördüğüm kadar. Tohmé, kavramsal çerçevenin içine şunları yerleştirmiş; “elde kalanı yeniden kurgulama, ondan bir varlık çıkarma ihtimali, yıkımın ve tahribatın yanı sıra onarma ihtimali...”

İKSV Bienal Direktörü Kevser Güler ise; “Ufkun giderek belirsizleştiği bir dönemde hazırlanan program, gelecek olasılıkları ve kendini koruma temalarıyla şekillendi. Bienalin 2025 sergisindeki yapıtlar, güncel, sanatsal, politik ve toplumsal aciliyetler bağlamında yaşamı savunmanın, direnç stratejileri geliştirmenin, birbirimizi ve kendimizi koruma ve kollama sorumluluğunu almanın farklı veçhelerini sunuyor. Yaşadığımız deneyimlerin bedensel etkileri ve bu deneyimlerle başa çıkmanın bedensel yolları, sergideki pek çok yapıtta ifade buluyor” diye kavramsal çerçeveyi bir kez daha çiziyor. Yani gezip gördüğümüz her eserde sanatçıların bu çerçeve etrafında dönüp dolaştığını kavrayacağız.

Bienal mekânlarını gezmesi kolay. Christine Tohmé her konuşmada onu vurguluyor. Beyoğlu-Karaköy arasında bir hat çizmiş, her yeri yürüyerek gezebiliyorsunuz. Gerçi pedometreniz günde 11-12 bin adım diyor ama olsun güzel şeyler görüyorsunuz. Yalnız sergiler değil performanslar, atölyeler, söyleşiler de var. Eserler Beyoğlu-Karaköy hattında sekiz bienal mekânına yerleştirilmiş. Elbette bienale rekabet etmek iddiasında birçok galeri, müze ve sanat mekânı da en popüler sanatçılarıyla büyük, küçük, güzel, akılda kalacak etkinlikler, sergiler de gerçekleştiriyor. Onlar başka yazımın konusu. Tam da bu çerçevede küratör birçok tarihi mekânı ’koruma, kollama, yeniden kurgulama’ düşüncesiyle ufak tefek restorasyon ile bienal mekânı olarak seçmiş.

Basın toplantısı Eski Fransız Yetimhanesi’nin bahçesinde önden bir kahvaltı ile yapıldı. Hava da günlük güneşlikti. Sultan Abdülaziz, dört katlı bu konağı ve arazisini Aziz Vincent de Paul’ün Yardımsever Kızları Cemiyeti’ne yetimhane olarak tahsis etmiş. Bienal Direktörü Kevser Güler ve küratörü Chritine Tohmé’den sonra İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı ve 2007-2036 Bienal Sponsoru Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç da birer konuşma yaptı.

Fransız Yetimhanesi Bahçesi’nde, Kudüs’te doğan ve çalışmalarını........

© T24