menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Duruşma/tartışma aşamasını doğru algılayan baş oyunculara sesleniyorum: Son sözlerim sizleredir, Sayın yargıçlar ve başkanlar - B

28 1
01.08.2025

Diğer

01 Ağustos 2025

Yargılama etkinliğinin duruşma/tartışma aşamasının baş oyuncuları olan ve bütün yargılama, dolayısıyla duruşma boyunca dürüst olacakları ve hukuk içinde kalacakları konularında ŞEREFlerini ortaya koyarak ant içen sayın yargıçlara diyeceklerimi tek yazıda özetlemek elbette olanaksızdır.

Dolayısıyla bu son yazımda, meslektaşlarımın ve okurların izinleriyle ilkin yargıçlara, daha sonra da avukatlık mesleğiyle ilgili kuruluşların başkanlarına ve de yargılamalarda, duruşmalarda bulunan herkese seslenmek istiyorum.

Evet, sayın yargıçlar, duruşma, sürekli anımsattığım doğru çeviriyle tartışma aşamasıyla ilgili olarak sizlere ilkin iki örnek sunmak isterim.

Birincisi, Petersburg’da dinlediklerimdir.

Başkanlık görevimi yürütürken özellikle yanımdaki meslektaşlarım duysunlar ve öbür meslektaşlarıma aktarsınlar diye, akşam yemeğinde bizi ağırlayan İstinaf Mahkemesi Başkanı'na, vereceği yanıtı kolayca kestirmeme karşın, soruyorum:

-Duruşma yargıcı, duruşma sırasında karar vermeden hastalanırsa ya da ölürse ne yaparsınız?
-Elbette yeni bir yargıçla yeni baştan duruşma yapılır ve karar verilir.
-Peki, böyle bir durum yaşandı mı ülkenizde?

Önce anımsamadığını söylüyor, Başkan. Ancak birkaç dakika sonra:

-Evet, evet. Bir hukuk mahkemesi yargıcı, duruşma yaptığı gün, baktığı 5-6 davada karar vermiş, kararlarını da açıklamıştı (tefhim etmişti). Ancak bu kararlarını yazıya dökemeden ölmüştü.
-Peki, ne yaptınız?
-Elbette yeni bir yargıçla yeni baştan duruşmalar yapıldı, yeni kararlar verildi.

İyi ki, bu durumda bizde neler yapıldığını sormamıştı, başkan.

Belki de anlamıştı ya da biliyordu, kim bilir!?

Yeni yargıcın yeni baştan duruşma, yani tartışma yapmaksızın “eski tutanaklar okundu” türünden hukuk ve de yasa dışı, kendini aldatan, yalnızca gözleri ve kulakları değil, insan aklını da dışlayan yöntem saptırmalarıyla kararlar verebileceklerini, yargıçlarımızın duruşmadan edindikleri izlenimleri ve (vicdanî) kanıyı birbirlerine tutanaklarla ciro ettiklerini ya da daha sonraları, yani 24 Kasım 2016 tarihinden bu yana, yeni yargıcın “tefhim edilen (açıklanan) hükme uygun olarak gerekçeli kararı bizzat yazarak,” toplu mahkemelerde ise,“mahkemedeki öbür yargıçların durumu açıklayıp kararı imzalayacaklarını” (24.11.2016, 6763 sayılı Yasa, m. 31) söyleseydim kim bilir neler düşünürdü, Petersburg İstinaf Mahkemesinin Başkanı!?

Geliniz, Petersburg İstinaf Mahkemesinin Başkanının neler düşüneceğini bizler düşünüp kestirmeye çalışalım. Başkaları söylemesin, yaptıklarımızı gözeterek kendimiz itiraf edelim: “Türkler de, Türkler adına yasa çıkaranlar da, yargılama, özellikle de duruşma (tartışma) kavramlarını, kurumlarını hiç mi hiç anlamamışlardır, bilmemektedirler.”

Evet. Artık kendimize gelmeliyiz, sayın yargıçlar! Çünkü bunu yalnızca ben söylemiyorum. 1993 yılında Bergama’da yapılan bilimsel bir toplantıya katıldığı sırada Türk mahkemelerinde yapılan duruşmaları izledikten sonra Alman yargıç Dr. Klaus Wiese ve bu arada bir Türk ortaklıkları ile yabancı ülke ortaklıkları arasında yapılan sözleşmelerde (HMK, m. 17) uyuşmazlık durumunda Londra, Paris vb. yabancı mahkemelerin yetkili olacağını belirten yabancılar ve Türk mahkemelerini küçük düşüren böyle sözleşmeleri imzalamayı göze alan Türk firmaları da söylemektedir, söylemekle de yetinmemekte, bütün bunları sözleşmelere, belgelere bağlamaktadırlar.

Yaşanan bu olaylar bizleri uyandırmaya yetmez mi sayın yargıçlar, sayın Türk hukukçuları?

Artık uyanalım ve doğru duruşmalar yaparak ve güven sağlayarak mahkemelerimizin, yargıçlarımızın şereflerini kurtaralım, sayın yargıçlar ve Türk hukukçuları!

Evet, sözün kısası, biz Türk yargıçları, evcilik oynar gibi, hiç okunmadığı halde “Eski tutanaklar okundu” diyerek, itiraf edelim ki, şeffaflığı dışlayarak, körleşmeyi kışkırtarak, yargılamayı kangrenleştiren gerçeğe aykırı belgeler düzenleyerek duruşmaları yasalara uygun biçimde yaptığımızı, böylelikle de duruşmanın olmazsa olmaz ilkelerine uyarak onları aştığımızı sanıp hem kendimizi aldatmakta, hem de yıllardan bu yana, bütün dünyaya ve de hukuka inat yalanlarla, yine kendimizi avutarak kandırmakta, aldatıp durmaktayız.

Evet, hep birlikte düşünelim ve soralım, hukukun değerli dostları: Bir ülkede duruşma, hızı kesilmiş, alevi sönmüş, tartışma eşiğinden içeri hiç girememiş ve de katılanların varlığını yansıtan sessiz bir tutanağa dönüşerek gerçek anlamından ve özünden saptırılmışsa, doğru anlamda duruşma yapması gereken yargıçlar, artık yargıçlık yapmıyorlarsa, tutanak okumanın ne yararı, ne anlamı var ki?

Biz hukukçular, geliniz, hem gerçekçi olalım hem de bilimden asla ödün vermeyelim. İtiraf edelim ki, bugün artık apaçık ortaya çıkan ve yadsınması olanaksız durum şudur: Türk hukuk yargılamasında, “insanların alınyazıları”nı belirleyen en önemli aşama, yani “tartışma” aşaması, yanlış Türkçeleştirdiğimiz “duruşma” terimiyle birlikte başlamış, “yargıç değişikliği nedeniyle eski tutanaklar okundu” yalanlarıyla, kendini kandırmacasıyla, safsatasıyla da yerle bir edilmiştir.

Sayın Yargıçlar,

Sizler, söylemeye gerek yoktur ki, yargılamanın duruşma, sık sık anımsatma pahasına belirteyim ki, doğru anlatımla “TARTIŞMA” (Debatte, débat, dibattito, debate) aşamasında önünüze taşınan uyuşmazlığın alınyazısını yazılı hukuk çerçevesinde, hukuk bilimine göre ve adalet ölçütü içinde belirleyecek, son sözü söyleyecek en yetkili görevlilersiniz.

Ancak daha önceki yazımda değinilen Mecelle’nin o ünlü maddesine, bildiğim kadarıyla uygar ülkelerin hemen hiçbirinde yer verilmemiş de, acaba benim ülkemde buna neden gerek duyulmuştur?

Gerek duyulmuştur, çünkü benim ülkemde “duruşma” diye adlandırılan “tartışma” aşaması, karşı karşıya, yüz yüze olmaktan çoktan çıkmış, bir tutanak fetişizmine dönüşmüştür. Gerçekten bu türden tutanaklar, daha önceleri duruşmada hiç bulunmayan yargıçlara hiç okunmadığı halde “eski tutanaklar okundu, duruşmaya devam edildi” yalanıyla, saçmalığıyla aktarılmış, bu beriki yargıçlar da, bütün duruşma ilkelerine ve de edinilen izlenimlere kıyma pahasına, kendi kendilerini aldatan kararlar vermişlerdir.

Demek, benim ülkemde duruşma, hiçbir dönemde asla canlı ve hukuka uygun bir tartışma olarak yaşanmamıştır.

Özetle, sayın yargıçlar, yasa yapıcıları da, yasa uygulayıcısı yargıçlar da, doğru etkinlik sandıkları bu yaşananlardan esinlenerek ve kendilerinden önceki hukukçulara öykünerek “eski tutanaklar okundu” aldatmacasına, daha doğrusu hile-i şeriyesine (imla kılavuzuna göre, hileişeriye) sığınmışlar, bütün duruşma / tartışma ilkelerini yerle bir ederek kendilerini aldatmışlardır.

Kendimizi aldatmayı lütfen bırakalım artık efendiler.

Mecelle’de yer alan o ünlü yargıç tanımını benimseyen yasa yapıcısı bile aslında yukarıdaki o maddeyle bile yetinmemiş, daha sonraki maddelerde de etik hükümlere yer vermek gereğini duymuş ve sizlere şunları söylemek istemiştir: “Bu hükümleri asla unutmayınız sayın yargıçlar, her kararı verirken bunları yeniden ve yeniden okuyunuz!”

Lütfen çok iyi düşününüz, sayın yargıçlar. Sizler, asla sıradan bir iş yapmıyorsunuz. Adalet ve hakkaniyet içinde haklı olanın kim olduğunu belirlemektesiniz. Bu yüzden her yargıç, olayı ve uygulayacağı hukuku ve de önüne gelen hukuksal sorunu (questia juris) iyice kavradıktan sonra, adalet ve nasfet ölçütleri içinde, yukarıdaki nitelikleri özümseyerek ve varlığında duyumsayarak bilgece kararını vermek zorundadır.

Karar verirken dosyadaki bilgileri bile bilmeyen, bildiklerini dahi unutan, hatta vereceği kararın ne olacağını, dosyada yer alan bir duruma, nota bakarak daha duruşma bitmeden çoktan kararlarını vermiş olan yargıçlar gördüm, ben.

Böyle biri ise, elbette bir yargıçta aranan nitelikleri taşımadığından asla yargıçlık yapamaz.

Yapamamalıdır da.

Unutmayınız ki sayın yargıçlar, “Adaletsizliği işleyen, çekenden daha sefildir!” (Platon).
Ancak deneyimlerime ve gözlemlerime dayanarak, tam da bu noktada kanıtlarla doğrudan iletişim kurma (doğrudanlık, aracısızlık) ilkesinin önemini sergileyen çarpıcı bir örneği, yineleme pahasına, bir kez daha vermek isterim.

Sokaktaki insanımız, biri hakkında çoğu kez “Haneme tecavüz etti” diye yakınmada bulunur. Bunun üzerine çoğu kez uygulamada o kişi hakkında yeterince inceleme yapılmaksızın “konut dokunulmazlığını bozma” suçundan kamu davası açılır.

Ancak bilimin buyruğu doğrultusunda kanıtlarla beş duyusuyla doğrudan iletişim kurma ilkesini keşif yaparak gerçekleştiren bir yargıç, keşif yerine gittiğinde girildiği ileri sürülen yerin hukuksal anlamda bir “konut”un ya da çevrilmiş bir “konutun eklenti”sinin dahi olmadığına tanık olur, sık sık.

İşte böyle bir durumu yaşayan yargıç, bu kez bilimin dediğine uyarak, kanıtlarla ve suçun maddi konusunu görmekle, kısaca doğrudan iletişim kurma ilkesi gereğince keşfe gitmekle çok iyi yaptığını,........

© T24