menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kavramların birbirine karıştığı bir çağı geçiyoruz

29 1
14.12.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

14 Aralık 2025

dokuz yüz yetmiş yedi
şarlo’nun öldüğü noel gecesi
ceyhan’dayız ağbiler
alpay palas oteli
sıcak banyo beş lira
soğuk banyo iki buçuk
buzlu banyo yasak
yıkanmamak bedava”

-Ferhan Şensoy

İnsanın uydurma serüveni, temel bir ihtiyaçtan, yani hayatta kalma arzusundan doğar. İlk insanlar, doğanın zorlu koşullarında varlığını sürdürebilmek için aletler geliştirdi. Taş, kemik ve sopalarla başlayan bu yolculuk, yaklaşık MÖ 3500 civarında tekerleğin icadıyla dev bir sıçrama yaptı. Tekerlek, yalnızca fiziksel yükleri taşımayı kolaylaştırmadı; aynı zamanda ticaret, göç ve kültürel etkileşim gibi süreçleri hızlandırarak insan topluluklarının birbirine bağlanmasını sağladı. Ancak insanın uydurma yeteneği, sadece fiziksel aletlerle sınırlı kalmadı. Dil, insanlığın en büyük icatlarından biri olarak, düşüncelerin paylaşılmasını, bilgilerin nesilden nesile aktarılmasını ve karmaşık toplumsal yapıların oluşmasını mümkün kıldı. İlk sözlü dillerden, MÖ 3500 civarında Sümerler tarafından geliştirilen çivi yazısına, oradan modern alfabelere uzanan bu süreç, insanın kendini ifade etme ve dünyayı kavrama çabasının bir ürünü olmaktan çok daha ileriye gitti.

Dil, bir çeşit iletişim aracı hem de insanın hayal gücünün bir aynasıydı. Hikâyeler, mitler ve destanlar, insanlığın ilk uydurma ürünlerinden bazılarıdır. Mağara duvarlarına çizilen resimler, yaklaşık MÖ 15.000 yılında Lascaux mağaralarında görülen av sahneleri ya da hayvan figürleri, insanın çevresini anlamlandırma ve deneyimlerini görselleştirme çabası olarak mı kaldı ama? Bu resimler, sadece estetik bir ifade değil, aynı zamanda bir tür proto-yazı olarak, insan topluluklarının ortak hafızasını oluşturuyordu. Mitolojiler ise, doğa olaylarını, yaşamı ve ölümü açıklamak için “uydurulmuş” anlatılardı. Antik Mısır’da güneş tanrısı Ra’nın günlük yolculuğu, Yunan mitolojisinde Zeus’un gökyüzünü yönetmesi ya da Hindu Vedalarında evrenin döngüsel doğası, insanın bilinmeyene anlam katma ihtiyacının ürünleriydi. Bu mitler, dini inançların, ahlaki ve toplumsal normların da temelini oluşturdu. Örneğin, Gılgamış Destanı, MÖ 2100 civarında yazılmış, “ölüm” ve “anlam arayışı”nı konu edinen en eski edebi eserlerden biri olarak, insanın varoluşsal sorularla mücadelesini yansıtırken günümüz dünyası, kavramların sisli bir pistte kendi anlamları dışında anlamlara dönüştüğü tuhaf bir arenada insanların sanal boğalarla dövüştüğü zamanlara döndü.

Gerçek ile yalan, özgürlük ile baskı, adalet ile intikam, başarı ile sömürü o kadar iç içe geçti ki, artık hangisinin hangisi olduğunu ayırt etmek için özel bir çaba harcamak gerekiyor. Bu karışıklık tesadüf değil; küreselleşme, dijital devrim, postmodern düşüncenin dönüşümü ve algoritmik manipülasyonun ortak ürünü. Sözcükler artık sadece iletişim aracı değil, bir güç gösterme aracı; markalar onları ambalaj gibi kullanırken, politikacılar tehlikeli birer silah, bireyler ise kimlik kalkanları yerine kullanıyorlar onları. Bu çağın en çarpıcı özelliği, kavramların akışkanlaşmasıdır. Eskiden “aile” biyolojik ve kültürel bağlarla tanımlanırken bugün TikTok’ta “found family”........

© T24