İki ileri, bir geri Krasznahorkai’da zaman
Diğer
12 Ekim 2025
László Krasznahorkai
Ben yazımı yazarken, Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Macar yazar László Krasznahorkai alalı sadece birkaç saat oldu. Gün içinde birkaç haber kanalını karıştırıyordum, her zamanki bir alışkanlık sayılmaz benim için. Krasznahorkai’nin ödül karşısında çok mutlu olduğunu, ama ülkesinin başbakanına teşekkür ederken “yine de özgür bir yazar olarak kalmayı tercih edeceğini” söylediğini okudum. Bu cümleyi okuyunca zihnim dallanıp budaklandı ve içimdeki kelimeler birbirlerinin üzerinden atlaya atlaya bana yazarın ilk romanını hatırlattı.
Onun ilk romanı Sátántangó’dan söz edeceğim. Bu hikâyeyi bir yerden mutlaka gözünüz ısıracak diye tahmin ediyorum. Bizim kendi Sátántangó’muzdaki o toplumsal bekleyiş, kurtarıcı arayışı, bitmeyen kriz döngüsü size hemen tanıdık gelecek.
Ben bu romanı aslında filmden öğrenmiştim. Sinema derslerini verirken Béla Tarr’ın meşhur uyarlamasını, ki yedi saat sürer, bir film maratonunda izletmiştik. Yavaş sinemadan söz etmek istediğimde genellikle ya Béla Tarr ya Yasujirō Ozu ya Chantal Akerman ya da Andrei Tarkovsky’den sahneler açardım. Sinema aşığı öğrenciler büyülenirdi bu filmlere; ama yanlışlıkla bölüme düşmüş olanların vay haline.
Örneğin Sátántangó / Şeytanın Dansı filmi, çamurlu bir yolda kilometrelerce yürüyen bir adamla açılır. Sekiz dakikadan uzun sürer bu yürüyüş; sadece yağmur, çamur, zincir gıcırtısı ve uzaklardan gelen bir köpek sesi vardır. Tatlı bir öğrencim bir keresinde sormuştu: “Hocam, hiçbir şey olmayan bir filmi neden seyrediyoruz?” Bu yazıyı okursa, kendisini hatırlar belki. O zaman da anlatmaya çalışmıştım; bu sahneler “hikâye” anlatmıyor; bekleyişin, tükenişin ve zamanı hissetmenin biçimini gösteriyorlar diye.
Yazar Krasznahorkai hikâyeyi değil, zamanı anlatır bana kalırsa. Béla Tarr da aynı şeyi kamerayla yapar. İkisi birlikte, sinema tarihinde ender rastlanan bir ikilidir, yazar kelimelerle zamanı evirir, yönetmen görüntüyle onu ağırlaştırır.
Macaristan taşrasında, neredeyse unutulmuş bir kolektif çiftlikte geçer hikâye. Komünizm çökmek üzeredir; köylüler sefalet içinde ne geçmişe ne geleceğe ait olmadan yaşarlar. Herkesin ortak duygusu bekleyiştir. Bir mucize, bir kurtarıcı, bir “yeni başlangıç” beklentisi içindedirler. Ve bir gün, kasaba halkının öldü sandığı Irimiás adında karizmatik bir adamla yandaşı Petrina, kasabaya döner. Köylüler onları neredeyse mesih gibi karşılar. Ama Irimiás, bir kurtarıcıdan çok bir manipülatördür; herkesin umudunu kendi yalanlarıyla yönlendirir. Romanın adı da buradan gelir: Sátán tangó /yani “Şeytanın Dansı.”
İleri iki adım, geri bir adım... Tango gibi ama hep aynı yerde dönen bir hareket.
Bu yapı, romanın kurgusuna da siner. Kitap on iki bölümden oluşur, ilk altı bölüm ileriye gider yani kronolojik olarak ilerleriz, sonraki altı aynı yolu bu kez geriye doğru izler yani hikâyenin kendi kendini tekrar eder, döngüsel........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d