menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Saydamlaşan imge

13 4
13.10.2025

Devrim Koçak, üç ay önce yayımlanan Yağmurdan Sonra Bahardan Önce adlı romanını, karamsarlık cenderesiyle umudun dalı arasındaki gerilim hattında kuruyor. Hikâyeyi neredeyiz ve hangi zamanı yaşıyoruz sorusuna verdiği yanıtla açıp, çok geçmeden gerilimi okuruna doğrudan açıklıyor: “İnsanlar kıştan devrolunan karamsarlıkla, taze mevsimin vaat ettiği iyimserliğin arasında sıkışıp kalmıştı.”

Ankara’yı bir yas evine çeviren 10 Ekim gar katliamının ve 13 Mart Kızılay patlamasının karanlığını aralama beklentisindeki bahardır bu. Kaybın yası yenidir. Ne var ki, güvenlik tehdidi, can korkusu yasın gereğince yaşanmasını ketler. Nereden geleceği, ne zaman yaşanacağı belli olmayan saldırının paniği hakimdir şehre. Güvenliğiyle bilinen başkentte korku imparatorluğunun atmosferi hüküm sürmektedir. Romanın olay akışı 2016 Nisan’ıyla başlar. Toplumsal psikozun, travmaların kritik eşiğindeyizdir.

Kötülüğün şeffaf bir biçimde her şeyin üstünü örttüğü, her şeye nüfuz ettiği ortamlardaki savunma hatlarından biri de imgenin iyice saydamlaşmasıdır. Devrim Koçak, kurgusunun başından sonuna kadar bir imge ormanı yaratmıştır. Mekân, kişi, hayvan adlandırmaları, baba tarafından terk edilme olgusu… Sözgelimi bir karakter olarak işlenen yıkıldı yıkılacak Yurt Apartmanı Türkiye’nin prototipini çizer. “Yüzünü buruşturmuş bir ihtiyar gibi” görünür. Anlatıcı apartmanı şöyle tanımlar: “…arkasından yapılan planlardan habersiz, çirkin bir kocamışlığın içine düşmüştü. Oysa biraz ilgi alakayla kendine gelebilir, genç günlerinin tazeliğine kavuşmasa bile, ihtiyarlığın da ona yakıştığını bütün sokağa gösterecek bir güzelliğe erişebilirdi.” Yurt apartmanını bir banka memuru, bir emekli astsubay, bir hacı, öteki mirasçılarla iş birliği yaparak yıktırmayı ve ranta teslim etmeyi planlamaktadır.

Romanın önemli karakterlerinden Macit Yalım, “yayınevinde editörlük yapmakta”, “senaryo işleriyle karnını doyurmaktadır.” İki defa cezaevinde yatmış, ağır işkencelerden geçmiş, ödüllü bir şairdir. Cezaevinden çıktıktan sonra ailesine; karısıyla çocuğunun yanına döner ama orada yapamaz. Onları kendi kaderlerine terk eder. Karısından boşanmaz. Karısı Seher, romandaki öteki kadın kahramanlar gibi kucaklayıcı, şefkatli, onurlu ve mücadelecidir. Macit, oğluna Mustafa Suphi adını verir ama onun geleceğini kuramaz. Suphi yaşama bir türlü temas edemez, son derece sakınımlıdır. Hayatın tenine dokunmaktan kaçınmıştır hep. Takip ettiği doğa dergisinde, geceleri izlediği belgesellerde yaban hayvanlarının izini sürer. Onların Latince adlarını ezbere bilir. Yaşadığı hayatın koşulları onu dışarıda bırakmış, o da içine çekildikçe çekilmiştir. Macit belli bir düzen kurduktan sonra da ilgilenmemiştir oğluyla. Buna rağmen bir yerde oğlu için şöyle der: “Annesinin eteğinin altında yetişti. Şaşırmadım. Hani hanım evladı derdik ya eskiden. Eh kuşaklar, zamanlar çok değişti, bizim gibi olmalarını ummamak lazım.”

Macit, evlenmeden önce kendi hayatı için belirlediği yolda ilerliyor. Karısı ve oğlu açlık sınırında yaşarken, apolitik hayatın buyrulduğu bir dünyada babasız, yönsüz bıraktığı oğluyla ilgili nasıl oluyor da politik olması beklentisi taşıyor? Neden böyle bir serzenişte bulunuyor?

Macit, İnci’nin babasıyla konuştuğu sırada bu bağlantı için büyük bir alan açılıyor. Yazar Macit’in yenik, mağlup bir devrimci olmadığını söylüyor. “Korkutucu olan, mağlubiyete razı birine dönüşmekti,” diyor Macit.” Onlarlayken de gidişata itiraz edemez miydim? Bu soruyu pek çok kez sordum kendime ve her seferinde aynı cevabı buldum. Hayır. Orda, o gecekondunun içinde bir sabah çalacak kalk borusunu beklemek, asıl yenilgi oydu işte. Cezaevleri boşalıyordu, birileri bir yerlerde yeniden toplanıyor olmalıydı mutlaka. Gidip onları aramalı, bulmalı ve aralarına katılmalıydım. ‘Madem öyle, neden evlenip çocuk yaptın?’ diye sorabilirsiniz. Adanmış ve tek tabanca bir hayat! Hayır, bizler maceraperest değildik. Gerçektik. Yeni bir hayat kuruyorduk, her şey çok yakındı, çocuklarımızdan bunu esirgeyemezdik. Mümkündü, ellerimizin içindeydi…” Devrim Koçak, Macit’in bu sözleriyle, devrimci mücadele sırasında yenilgiyi içselleştiren öykü, roman ve film karakterlerine de yenik solcu sloganını bayrak gibi taşıyanlara da büyük bir yanıt verir.

Macit bir şairdir. Üstelik kitabı ödül almıştır. Romanın ilk sahnelerinde Melahat’ın siparişiyle ofise gelen bu kitap masanın üzerindedir. Gelgelelim bu defa terk eden taraf oğuldur. Melahat kitabı masaya bırakır ama Suphi kitabın kapağını bile çevirmez. Eseri aracılığıyla........

© soL