menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Geçmişin Hayaletleri: Göçmenler

14 2
16.11.2025

Tarih neden önemlidir? Geçmiş neden peşimizi bırakmaz da dün, bugün, yarın eksenine; o ekseni bütüncül bir biçimde kavramaya ihtiyaç duyarız? Gideni ve gelmekte olanı anlamayı heyecanlı bir film izlermiş gibi isteriz. Bilmeyi, öğrenmeyi, anlamlandırmayı, akıl yürütmeyi çıkarımlarda bulunmayı hayatımızı yaşanabilir kılmak için gereksiniriz. Biz, ölümlü varlıklar; yekpâre bir anlam arayışı içerisinde, bütün olmayı, tam olmayı özleriz.

Tarih; işte, geçmişin hikâyelerini kulağımıza fısıldarken, bugünün çıkışsızlığında yaslanmak istediğimiz, ihtiyacımız olan o büyük hikâyeyi gerçeklik ışığında yeniden biçimlendirmeye olanak sunar. Ayıklarız, öne çıkartırız, parlatırız, biçimlendiririz, kurarız ve bugüne dair olanı çekeriz. Böylelikle tarihin o muazzam kuruculuğunda geleceğe yol alırız. Tam da böyle olduğundan belki hem tarih hem de edebiyat -aslında bütün sanatlar- insana, bizlere şöyle fısıldar: Köksüz değilsin, değersiz değilsin, yapmıştın, yeniden yapabilirsin. Yeniden ve yeniden ışıldayıp kaderini eline alabilirsin.

İki hafta önceki yazımda Aleksey N. Tolstoy’un “Göçmenler: Stockholm Cinayetleri” romanına giriş yapmış, hatta sizleri kitabı okumanız için “ödevlendirmiştim.” Kimler okudu bilmiyorum ama ben yine kesinlikle hiçbir sarkma olmayan, içinde mizahı da dehşeti de barındıran, dönemin siyasi atmosferini çarpıcı bir şekilde yansıtan bu gerçekçi roman karşısında afalladım. 1931 yılında yazıldığını anladığım roman, geriye, 1919’un Avrupası’na, Paris’ine götürüyor okuyucuyu. Bu tarihsel yolculukta 1882-1945 yılları arasında yaşamış “yoldaş Kont” olarak da bilinen Tolstoy’a, yani yazara büyük bir hayranlık duydum. Rus ve Sovyet edebiyatının önde gelen yazarları arasındaki Tolstoy, roman zamanı olan 1919’larda, daha o zaman Soğuk Savaş’ın ayak seslerini duyuyor.

“Clemenceau Fransız dünyasını işliyordu: İki yüz milyar dolarlık Alman tazminatı (her alman canından üç bin dolar), eyaletler, Ren Nehri, koloniler, Türkiye’nin bölünmesi, büyük Polonya’nın yaratılması ve silahlandırılması ve son olarak Avrupa’nın doğusunda büyük bir askerî harekât: Berlin-Moskova. Yani tek kelimeyle, Birinci Napolyon İmparatorluğu’nun yeniden kurulması…

Doğu, Fransa burjuvazisini özellikle tedirgin ediyordu. Kızıl bir mikrop her şeyi mahvedebilirdi. Almanya ve Macaristan devrimci fırtınalarla sarsılıyordu zaten. Polonyalı efendilere karşı ayaklanan Galiçyalılar Lviv’i işgal etmişlerdi. İtalyan işçilerin göğüsleri Lenin profili madalyonlarla donanmıştı. Eski Avusturya’nın Slavları güvenilmez görünüyordu. Lloyd George’un söylediği gibi tüm Doğu Avrupa’nın Bolşevik çılgınlığına kapılıp yüz milyonluk bir Kızıl Ordu’yu Paris’e sürmeyeceğini kimse garanti edemezdi.”

Öte yandan

“Altmış........

© soL