6 Şubat’ın bir göçmeni olarak… Knut Hamsun’un “Açlık” halindeyim!
Demiş ya bir tanesi;
“’Az’ın ne kadar ‘çok’ olduğunu, ‘yok’luğu yaşayan bilir…”
Knut Hamsun’un ‘Açlık’ romanını okuma şansınız oldu mu bilmiyorum ama, bugün, o ‘yok’luğu konuşurken, bu kitap yanı başımızda olsun istiyorum… Bu arada, okuma fırsatınız yoksa da, filmi de var, Danimarkalı Henning Carlsen’in aynı isimle yönettiği, “izleyin” derim!
Garip olan, okurken ya da izlerken, “ben gibi” dediğim çok kısım buldum, kitapta da filmde de! Ölmek pahasına olsa bile, alın teri dökmediği parayı asla kabul etmeyen bir gencin hikâyesini okurken hele ki!
Kitabın da filmin de en dikkati çeken bölümlerinden biri, bugün bana “yaz” diyen de bir bölüm…
Hikayenin kahramanı, o bölümde, bir kasaptan, köpeklere verme bahanesiyle bir kemik alır… Bu kemiği, bir köşede kemirmeye başlar… Bu durumun etkilerinden uzun uzun bahsederken, midesi bulanır ve kusar…
Hiç birimizin, bu denli derin ve karanlık bir labirente düşmemesini dilesem de, o labirentler, hayatın kendisi olmuş bile! Hatta buna dair bir yorumu okurken, “bu” dedim! Hayatı, açlığı, gururu, seçimleri, çaresizliği anlatırken çizdiği resimlerin vicdan galerisinde adımlarken, her bir resmin önünde durup, “bu” dedim!
O zaman, önce o bahse konu “bu” gelsin, ardından, biz başka “bu”lara geçelim, bizdeki bir “bu”ya…
***
Knut Hamsun’un ‘Açlık’ romanından sinemaya uyarlanan o sahne, yalnızca bir kurgu değil; insan ruhunun diplerine saplanan bir aynadır… O an, bir erkeğin, en çıplak haliyle, en savunmasız haliyle yüzleştiği andır… Ne gurur kalır, ne de vakur… Açlığın sesi, artık mideden değil, kalpten gelir… Gözlerinin içinden geçer bir sızı;........
© sendika.org
