Emek, özsaygı ve tanınma: Varoluştan politik sorumluluğa
İnsan yaptığı işle kurduğu ilişki aracılığıyla yalnızca geçimini sağlamaz; dünyadaki yerini de tarif eder. Bir ağacı budayan bahçıvan, hastayı iyileştiren doktor ya da evin zeminini silen bir kadın… Her biri, emeğiyle yalnızca dış dünyayı değil, kendi varlığını da inşa eder. Ne var ki kapitalist üretim ilişkileri içinde emek, anlamını yitiren bir rutine dönüşürken, bireyin kendilik duygusu da bu yabancılaşmadan payını alır. Marx’ın ifadesiyle “emeğin metalaşması”, insanı yalnızca ürettiği nesneden değil, kendi özünden ve toplumdan da koparır. Bu kopuş sadece ekonomik eşitsizlikle sınırlı değildir; görünmeyen emek biçimlerinin sistematik olarak değersizleştirilmesi bireyi tanınma açlığıyla baş başa bırakır.
Toplum, bazı işleri “doğal”, bazılarını ise “değersiz” addettiğinde, yalnızca ücret adaletsizliği değil, derin bir varoluşsal yara da ortaya çıkar. Ev içi emek, çoğunlukla kadınlara atfedilir; karşılıksız bırakıldığında ise bir yükümlülüğe, sessiz bir mecburiyete dönüşür. Yorgun bedenler yalnızca fiziksel........
© sendika.org
