Komünist Devrimci Sınıf İktidarı Stratejisi üzerine notlar
“Türkiye siyaseti yeniden şekillenirken sosyalist strateji” dosyasındaki diğer yazılara ulaşmak için tıklayınız.
Bu yazı, abim ve yoldaşım Ali Filizler’in ölüm yıldönümünde onun anısına adanmıştır ve onun komünist devrimci fikirlerinin izini sürmektedir
Strateji kavramı özü itibarıyla, ‘savaşımın uzun erimli amaçları ve ana doğrultusu’ anlamına gelir. “Sosyalist strateji”den komünist devrimci sınıf iktidarı stratejisini anlıyorum. Burjuva, orta burjuva, küçük burjuva, ara sınıfçı eklektik (küçük burjuvazi ile proletarya arasındaki ara katmanlar), demokratik-sosyalist, ütopik-reformist, “düzeltilmiş kapitalizm” versiyonları olarak bulaşık sosyalizm versiyonları ve varsa “stratejileri” bu yazının ilgi alanı dışındadır.
Bu yazı, savaşım stratejisinin günümüz Türkiye sosyalist hareketinde her birinin içi ne yazık ki tanınmaz hale gelecek kadar boşaltılmış “komünist, devrimci, sınıf/sınıf savaşımı” gibi temel kavram, nitelik ve güncel gerekleri üzerinden ilerlemeye çalışacak.
Bir mücadele stratejisinin devrimci niteliği, ilk elde şu temel ve nitel ayrımlar üzerinden tanımlanabilir: Mücadelenin amacı (devrim/reformizm), mücadelenin sınıfsal güçleri (işçi sınıfı/küçük burjuvazi/burjuva muhalefet/yurttaşlar?) mücadelenin sınıfsal ittifakları (yarı-proleter kent ve kır yoksulları/küçük burjuvazi/burjuva muhalefet kurum ve partileri?), mücadelenin asli alan ve kanalları (üretim ve yeniden üretim alanları ve sokaklar/parlamento ve seçimler), mücadelenin başlıca biçimleri (gizlilik, yer altı, silahlı ayaklanma, silahlı mücadele, devrimci zoru içerir mi/pasifist ve legalist mi?), mücadelenin örgütlenme formları (mücadelenin kilit alan ve konularında uzmanlaşmış çekirdek örgüt ve adanmış faal kadrolar/aktivizm?), mücadelenin kitle örgütlenme formları (fiili taban örgütlenme ve inisiyatifine dayalı mücadele organ, sendika ve hareketler ağı/bürokratik düzen sendikaları), mücadelenin organizasyonu (plan olarak taktikler, güç ve olanakların önceliklere göre planlı dağılımı/öncesiz ve sonrasız etkinlikler, kendiliğindenlik, çevresellik, gündelik gelişine göre politikalar?), mücadelenin bilgisi (devrimci teorik gelişim, tarih bilimsel-sınıf durum ve ilişkileri vd- somut analizler, yeni durum ve konularda netleşmeye ve konumlanışa dair çalışmalar, mücadele deneyimlerden ve kitlelerden sürekli geri besleme/ezberler, kulaktan dolma enformasyonlar, değişim süreçlerine ilgisizlik?)…
Bu klasik kriterlerin değişen koşullara göre geliştirilebilmesi gerekir. Birkaç örnek üzerinden gidelim.
Günümüzde işçilerin işyerlerindeki sendikal örgütlenmeyi bile gizli yürütmek zorunda kalmaları, devrimci örgütlenme, iç iletişim ve kitle faaliyetlerinin belli alan ve biçimlerinin neden gizli yürütülmesi gerektiğine dair bir fikir verir. Sistemin emek ve kitle gözetim, kontrol ve analiz teknolojilerinin bugün geldiği düzey, bu alanda da çıtayı yükseltiyor. Belli kritik bilgi, iletişim, koordinasyon, faaliyet ve planların sınıf düşmanının takip ve kontrol kapasitesinden gizli yürütülebilmesi bile, mücadelenin hemen her alanında bu konuda kılavuzluk yapabilecek profesyonel teknoloji ekiplerini ve tüm kadroların asgari bir teknoloji kullanım bilgisi-becerisi eğitimini gerektiriyor. Yoksa örneğin bir işçi havzasında örgütlenmek veya diyelim ki kitle mücadelelerini koordine etmek için yıllar sürmüş emeğiniz ve kadrolarınız, sırf gelişigüzel cep telefonu kullanımı yüzünden bir saat içinde heba olabilir, devlet o çalışmayı yürüten temel güçleri birkaç saat içinde eliyle koymuş gibi toplayabilir, kendisi ve sermaye açısından bugün değilse yarın açısından risk içerebileceğini düşündüğü (ki verilerin toplanması ve analizinden bu tür “güvenlik” riski değerlendirmeleri yapan polis, ordu, istihbarat yapay zekaları da var) her türlü faaliyeti daha oluşum halindeyken bile darbeleyebilir. İsrail’in ABD emperyalizmi ve büyük teknoloji tekellerinin tam desteğiyle, Ortadoğu’da “direniş ekseni” denilen güçlere karşı yapay zeka teknolojilerini nasıl bir kontrol ve imha aracı olarak kullandığını görmek yeterli fikri verir.
Bu yüzden devrimden bahsedip günümüzde mücadelenin giderek daha kritik bir sınıfsal-siyasal güç ilişkileri cephesi haline gelen teknoloji konularına ilgisizlik, ciddiyetsizliktir. Bugün kitlelerin kendi görüş, tepki, sorun, deneyim, talep ve mücadele eğilimlerini az çok özgür ve güvenli biçimlerde tartışabilmesi, kendi mücadele karar ve inisiyatiflerini geliştirebilmesi, çeşitli grev, direniş, isyan dalgalarında hareketin koordine edilebilmesi için bile, mücadelede profesyonel teknolojik destek birimlerinin oluşturulması ve kadroların temel, doğal öncülerin asgari teknoloji becerilerine sahip olmasının hedeflenmesi gerekir.
ABD’de geçtiğimiz yıl yapay zeka dolayındaki sınıf mücadelelerinin ilk büyük pilot örnekleri yaşanmaya başladı. Hollywood ve eğlence sektörü yazarları ve oyuncuların sektörde yapay zekanın kullanımının kısıtlanmasına karşı kazanımla sonuçlanan uzun grevi yeterince biliniyor. Ancak 2024’te ABD’de 50 bin liman işçisinin limanlarda işçisiz yapay zekalı robotik vinçlere, sürücüsüz kamyon ve forkliftlere, yapay zekalı iş organizasyonuna karşı büyük grevi, hemşire hareketinin hastanelerde hasta bakım alanında yapay zeka kullanıma karşı grev ve mücadeleleri nedense bilinmiyor. Yapay zeka dolayında sınıf mücadelelerinin önümüzdeki süreçlerde dünya çapında ve Türkiye’de de yaygınlaşabileceği, aslen devrimci bir sınıf stratejisi kapsamında yaygınlaştırılması için buna göre yığınak yapılması gerektiğini de kuvvetle vurgulayalım.
A.E. Demirhan, işçi grevleri ve kırsal emekçi direnişleri dahil her türlü mücadeleyi “sokak” kavramı altında toplayarak “sokak” kavramını biraz romantize etme eğilimi gösteriyor. Ben ise, üretim ve yeniden üretim alanları ve sokak hareket ve mücadelelerini, daha “klasik” bir Marksist terminoloji ile, “sınıf savaşımı” kavramı altında ele almak, ve asıl üretim ve sokak alanındaki sınıf savaşımları arasındaki ilişkinin her ikisini de güçlendirecek tarzda nasıl kurulup geliştirilebileceği üzerinde durmak gerektiğini düşünüyorum.
2000’li yıllardan itibaren dünya çapında yaygınlaşan sokak isyan ve direnişi hareketleri; bunların öncülü ve hazırlayıcısı olan işçi grev dalgaları sonrasında geldiğinde, ya da bu sokak hareketleri üretim alanlarında grevler ile bütünleştiğinde, güç ve etkileri belirgin olarak artmaktadır. İşçi sınıfının geleneksel kamu ve özel sanayi işçileri kesimleri ile işçi sınıfın alt ve üst tabakaları (yarı proleter kent-kır yoksulları, beyaz yakalılar) ve günün/geleceğin işçileri olarak öğrenciler arasında kendini gösteren açı ve tutum farkları, bu şekilde kapatılabilir. Latin Amerika ülkeleri ve Fransa ve İspanya gibi ülkelerde olduğu gibi üretimin parçalanması, kaydırılması, taşeronlaştırılması gibi yöntemlerle geleneksel üretim alanlarındaki işçilerin kolektif hareket yeteneğinde zayıflama eğilimi, bu tür sokak hareketlerinde aynı zamanda üretimi de hedefleyen blokaj ve barikat gibi mücadele biçimleriyle bütünleştiğinde yeniden güçlendirilebilmektedir. Bağımsız mücadeleci sendikaların yapmakta olduğu gibi tedarik işletmelerindeki veya belli sermaye topluluklarının bir halkasındaki işçi direnişlerinin ana şirketlerin/holdinglerin/kapitalist mali oligarşinin kapısına dayanma eğiliminin yaygınlaştırılması ile, büyük çaplı sokak direniş ve isyanlarının hükümet/iktidar partilerini indirme istemi arasında da güçlü bağıntılar kurulabilir. İsyan ve direniş hareketleri içinde önemli roller oynayan genç öğrenci kuşakların, “geleceğin işçileri” olduğu hep söylenir, ama ilk mücadele karar-eylem organları, örgütlenme/koordinasyon deneyimlerini bu hareketler içinde alan gençlerin artık aslen genç işçiler olarak, bugün ve gelecekte işçi sınıfı içinden oynayabilecekleri örgütleyici ve mücadeleci rolün de gözetilmesi gerekir.
Üretim alanlarının temel olduğunu söylemek, bir ilk stratejik çıkış noktası olabilir. Fakat bir yanda üretim alanlarının ve işçi sınıfının muazzam genişlediği ve karmaşıklaştığı diğer yanda (çürümüş düzen sendikalarını ve reformist solu bir yana bıraktığımızda) kısıtlı güçlerin hangi üretim alanları ve işçi kesimlerine tahsis edilmekten başlayıp nerelere doğru konumlanacağı, bunu işçi sınıfının devrimci bütünselliğini kurmaya dönük bir strateji haline getirecek asıl meseledir. (Ancak bu konuya geçmeden, Haluk Yurtsever’in yeni teknolojilerden vb hareketle sanayi proletaryasının ölüm fermanını ilan eden yaklaşımını neo ve post Marksist bir eğilimin ifadesi olarak gördüğümü ve yanlış bulduğumu belirteyim.) Klasik komünist strateji anlayışında, üretimin ve emeğin daha ileri düzeyde yoğunlaştığı ve kolektif sınıf örgütlenme ve mücadelesi eğiliminin daha güçlü, işçi sınıfının diğer kesimlerini de harekete geçirme ve ileriye çekme potansiyeline sahip sektör ve işletmeler (geleneksel olarak genellikle metal-otomotiv, ağır sanayi, enerji, limanlar, tersaneler, demiryolları vd), “merkez” kabul edilir. Günümüz Türkiyesindeki işçi çalışmalarında bu yaklaşımı sürdürmeye çalışanlar olduğu gibi, Anadolu’nun fabrikalaşmasını ve madenleşmesini, veya en güvencesiz emek alanlarını öncelikli görenler de var. Ben her iki yaklaşımdan alınması gereken şeyler olduğunu, ancak Türkiye kapitalizminin stratejik sınai dönüşüm planlarının da dikkatle incelenmesini gerektiğini düşünüyorum. Bu açıdan Türkiye’de belirginleşen 4 ana uluslararası sermaye koridorunda (Kuzey Marmara, Bursa-İzmir hattı, Orta Anadolu üzerinden kuzey-güney aksı, ve Suriye-Ortadoğu ve yeni uluslararası koridorlara bağlanması planlanan Antep-Hatay-Ceyhan-Mersin aksı) konumlanmak öncelikli olmalı.
Dünya çapında olduğu gibi Türkiye’de de hızla yaygınlaşan yeni “girişim ekosistemi” yaklaşımı da, eski tekil işletme, tekil sektör anlayışından sıyrılarak, her işletme, sektör, OSB, havzayı tüm finans, lojistik, enerji, tedarik, pazarlama, altyapı, devlet, üniversite sayısız başka destek işletme ve kurumuyla birlikte ele alıyor. İşçi sınıfı sendikal ve siyasal örgütlenmesi ve mücadelelerinde, belli işletme, sektör, havzalarda uzmanlaşma gereği ortadan kalkmamakla birlikte, sermayenin mali oligarşik ekosistem organizasyonları, daha geniş çaplı organizasyonları gerektirir.
Örneğin 40 yıl öncesinde bir otomobilin üretim sürecindeki toplam artı-değerin yüzde 70’inden fazlası ana montaj fabrikasında üretilirken, bugün bu oran yüzde 30’un altına doğru düşüyor. Çipler, makine öğrenmeli/yapay zekalı veri ve analiz sistemleri, Ar-Ge merkezleri, üniversitelere yaptırılan projeler, elektronik aksam, elektrikli otomobillerde kimyasal akü sistemleri, robotik, akıllı lojistik, uydu ve otoyol sistemleri, test merkezleri, orijinal ekipman tedarikçileri, satış sonrası hizmetler vd toplam değerin daha büyük bölümünü oluşturuyor. Dolayısıyla otomobil üretim alanlarında örgütlenecekseniz, büyük montaj ve tedarik fabrikalarının yanı sıra, örneğin Ar-Ge merkezleri, üniversiteler, bulut bilişim ve veri merkezleri, meslek liseleri (işçilerin yüzde 10’una kadar stajyer öğrenciler çalıştırılabiliyor), limanlar vd ana lojistik gibi alanlarda da kollarınız ve duyargalarınızın olması gerekir. Bu alanların hepsinde örgütlenmek gerekli ve mümkün olmayabilir, ama günümüzde üretimin geldiği toplumsallaşma düzeyinde, veri merkezleri üzerinden bile üretim durdurulabilir. Keza lojistiği de (limanlar, hızlı demiryolları, TIR otoyolları, havaalanları, aktarım ve dağıtım merkezleri vd) üretimin bileşeni olarak görmek ve konumlanmak gerekir.
19 Mart’ta hareketlenen öğrenci gençlerin geniş bir kesiminin işçileşmişliği ve yıkıcı işçileşme süreçleri üzerine bir kez daha yazıp çizdik. Öğrenci gençlerin bu tarihsel-sınıfsal dönüşüm süreci üzerine bu Marksist analiz ve saptamalar, solun belli kesimleri tarafından da onaylandı. Analiz bir yana, işçileşme, zaten öğrenci gençler ile az çok ilişkili olan, bu alanda faaliyet yürüten herhangi bir sol siyasetin görmekten kaçınamayacağı apaçık bir gerçek. Buna karşın “sosyalist hareket”, 19 Mart sonrası genç hareketi ve eylemlerinde, öğrenci gençlerin bu sınıfsal potansiyellerine, işçi/işçileşme niteliğine dair hemen hiçbir politika üretmedi. Gençler yine ağırlıklı olarak demokratik halkçılığın adeta “sınıfsız demokratik” bir bileşeni olarak ele alınmaya devam edildi. İşçi çalışması yürüten dinamikler bile 19 Mart saldırısını ve direniş hareketini, “yurttaş hakları” gibi sınıf dışı bir terminolojiye sıkıştırabildi.
19 Mart örneğinin genelleştirilebileceğini düşünüyorum. Türkiye’de emek-sermaye çelişkisi belirleyicidir diyorsak, hele ki “proleter Türkiye” diyorsak, emek-sermaye uzlaşmaz çelişkisinin yalnızca ekonomik-sendikal mücadele alanında değil, üstyapı, siyaset ve toplumsal yaşam ve ilişkilerin/çelişkilerin her alanında ve bütünde belirleyici olduğunu da söylüyoruz demektir. Üretici güçlerin toplumsallaşmasının günümüzde geldiği düzey, bir dizi eski katı ayrımcı toplumsal işbölümü konusunda olduğu gibi, ekonomi ile siyaset arasındaki toplumsal işbölümü ayrımını inceltip eritiyor, daha geçişli, birbirine daha içerili hale getiriyor. Bunun için emek-sermaye çelişkisini dar biçimiyle değil, üretici güçlerin toplumsallaşmasına karşı kapitalist özel üretim ilişkileri çelişkisi ile de bağlantılı tarihsel-toplumsal derinliği içinde kavramamız gerekir.
Sendikal işçi çalışmasında oldukça mücadeleci ve bağımsız bir çizgi izleyen hareketler bile, siyasal alan ve gündemlere gelindiğinde, genellikle işçi sınıfının görünmezleştiği veya içinde eritildiği burjuva veya halkçı demokratik bir siyaset tarzına doğru kırılmalar yaşıyor. Bu, siyaset, din-gericilik, faşizm, kadın sorunu, ulusal sorun, ekoloji sorunu gibi pek çok toplumsal ilişki/çelişki biçiminin, işbölümünün yabancılaştırıcılığıyla, sınıf karşıtlığından kopuk algılanmasından, ya da aynı anlama gelmek üzere, emek-sermaye çelişkisinin, sınıf karşıtlığının son derece güdük kavranmasından kaynaklanıyor. Sonuçta siyasal planda sınıf karşıtlığı tam kurulamıyor, birçok toplumsal-siyasal sorun ve çelişkide daha doğrudan, daha gelişkin bir sınıf siyaseti yapılamıyor.
Kuşkusuz faşist rejime karşı, biçimsel burjuva demokrasisinin son kalıntılarının da tasfiye edilmesine karşı, bunun götürülmek istendiği daha pervasız uçlara karşı sonuna kadar mücadele edeceğiz. Ama hangi sınıf eksen ve saikleriyle? Burjuva faşist diktatörlük karşısına dünya çapında çürüyen, içi büsbütün boşalan burjuva demokrasisini mi koyacağız, yoksa bu mücadeleyi proleter devrimci demokrasi hedefine bağlayacak, bunun en azından bu mücadele içinde belli tohum biçimlerini yaratmaya mı çalışacağız (işçilerin, işçi........
© sendika.org
