menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yaşlanmak mı, yaş almak mı, yoksa yalnızca yaşamak mı?

9 0
previous day

Annem, 1934 doğumlu… Dört çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelmiş… 1944’te eski Yugoslavya’ya komünistler girdiğinde on yaşındaymış. Doğduğu Gilan kasabasının ileri gelen dokuz kişisini bir günde toplayıp götürmüşler, hiçbirinden bir daha haber alınamamış-adlarını hâlâ tek tek sayar annem- onlardan biri de amcasıymış. Yıllar sonra üstünde kocaman bir mahalle kurulacak arazilerinin içinde, kendilerine ait evi kapayıp amcalarının evine yerleşmişler ki bütün çocuklar güvende olsun… II. Dünya Savaşı dünyayı kasıp kavururken zamanından önce büyümenin ne demek olduğunu öğrenmiş annem çocukken… Yıllar içinde gevşeyen politika hayatı daha yaşanır hale getirmiş gibi görünse de bu defa da Milli Eğitimde görevi babamın peşine takılmışlar. Yapılacak tek şey, doğdukları toprağı terk edip Türkiye’ye gelmekmiş. Orada doğan, evlenen, orada çocuk sahibi olup orada yaşlanacağını düşünen annem, babamla birlikte yirmi dört yaşında Türkiye’ye gelmiş.

Hikâyemiz burada bitiyor gibi görünse de asıl tam da burada başlar. Yeni bir vatan, yeni bir soyadı, yeni bir iş, yeni bir hayat… İşte bu sağlam biyografinin sahibi annem; olabilecek en güçlü, en kararlı, en hüzünlü, en mutlu, en inançlı, en vazgeçmeyen ve en kararlı kadın olarak hayatını iyiliğe güzelliğe ve doğruluğa odaklamış ilk günden, bütün yaşanmışlıklarına rağmen...

Hep öyleydi, hâlâ da öyle… Bazen iyiliğiyle yoruyor beni........

© Şalom