Yalnızlık Terapisi-3
YALNIZLIĞA ÇARE
Derdi yaratan Allah dermanı da yaratmıştır. Yalnızlık derdinin de dermanı elbette bulunmaktadır. "Çaresizseniz, çare sizsiniz." denilir. Selahaddin Şimşek'in ifadesiyle "Çoğu zaman çaresizlik, çareleri görememeye veya çarelere gözlerini kapamaya verilen adtır... Uçmak istemeyen kuşlar, kanatlarını kendileri yolarlar."[1]
Niyazi-i Mısri şöyle der:
"Derman arardım derdime.
Derdim bana derman imiş."[2]
İnsan, derdinin dermanını kendi derdinde arayıp bulabilir. O zaman yalnızlık bir dert olmaktan çıkar, insanı ileriye götüren bir dermana dönüşür. Bunu gerçekleştirebilmek için de şunlar gibi esaslara riayet etmek gerekir:
Pozitif hayat felsefesi
Aynı olaya farklı cihetlerden bakılabilir. Pozitif bir bakışı yakalayanlar, yalnızlık gibi can sıkıcı durumlarda da nice güzellikler görebilirler. Bakmak ayrı, görmek ayrıdır. Kur'an-ı Kerim, "Onları sana bakar görürsün, hâlbuki onlar görmezler"[3] ayetiyle bakmak ve görmenin aynı olmadığına dikkat çeker. Bu durumda asıl önemli olan neye baktığımız değil, nasıl baktığımızdır. Pencereye bakmakla pencereden bakmak aynı şey değildir. Pencereye bakanlar lekeleri görürler. Pencereden bakanlar ise, güzellikleri seyrederler. Yarısı dolu bir bardağa "yarısı boş bir bardak" denilebileceği gibi, "yarısı dolu bir bardak" da denilebilir. Pozitif hayat felsefesi bardağa dolu tarafından bakabilmektir.
İşte böyle biri, en yalnız olduğu durumlarda da “Acaba bu durumdan nasıl yararlanabilirim?” diye düşünür, iç dünyasında feryat etmek yerine hayata tebessümle bakar.
Yüce idealler
Yüce idealler insanı canlı ve dinamik tutar, gevşeklikten korur. Denizin sularına terkedilen bir sandalla, hedefine doğru yol alan bir gemi elbette bir değildir. Hayat denizindeki insanlar bu ikisinden birine benzer: Kimi, hayatın akışı içinde sallanıp gider. Kimi ise, gâye ve ideali uğrunda yol alır. Böyle biri yalnızlık gibi nefsin hoşuna gitmeyen durumları fırsata çevirir, o yalnızlık günlerini geleceğe hazırlanmakla değerlendirir.
Sosyal aktiviteler
İnsan, tabiatı itibarıyla medenidir, yani sosyal bir varlıktır. Şahsi hayatını toplumla devam ettirebilir. Sosyal aktiviteler bu insanın toplumla bütünleşmesinde hayatî öneme sahiptir. Çocuklukta oynanan oyunlar, yetişkinlikte kişinin katıldığı toplantılar insanın bu yönünü besler, onu yalnız kalmaktan kurtarır. Sünnet, nişan, düğün, cenaze gibi merasimler insanın toplumla kaynaşmasına büyük katkılar sağlar. Böyle aktivitelerde ortalıkta görülmeyen birinin yalnızlıktan şikâyet etmeye hakkı olamaz.
Cemaat halinde olmak
Hz. Peygamber şöyle der: “Cemaat halinde olun. Ayrılıktan sakının. Zira şeytan, tek kalanla birlikte olur. İki kişiden ise uzak durur.”[4]
Cemaatle kılınan namazın, münferit kılınan namazdan yirmi beş veya yirmi yedi kat daha fazla sevap kazandırması,[5] insanımıza cemaat ruhu kazandırmaya yöneliktir. "Cemaat rahmettir, ayrılık azaptır"[6] ve "Allah'ın eli, cemaatledir"[7] gibi hadislerin de dikkat çektiği gibi, cemaat halinde olmak mühim bir olaydır; rahmete, berekete, İlâhî te'yide mazhar olmaya vesiledir.
Cum'a ve cemaat aynı kökten gelen kelimelerdir. Günlük kılınan namazlarda bütün Müslümanların namazı camide kılmaları elbette mümkün değildir. Cum'a namazıyla, hiç olmazsa haftada bir kere bir araya gelecekler ve meselelerini konuşma imkânı bulacaklardır. Cum'a namazının büyük bir camide toplu halde kılınması prensibinde de cemaat ruhunun kazandırılması esprisi gizlidir.
Ramazan ve Kurban Bayramı namazları, en toplu halde kılınan namazlardır. Bayram namazlarının cemaati, Cum'a namazlarından daha ziyadedir. Aynı Allah'a inanan, aynı kıbleye yönelen insanlar, bir ağızdan tekbir getirerek, aynı saflarda yan yana, omuz omuza durarak güzel bir birlik manzarası sergilerler.
Hac ibadeti ise bu birlikteliğin evrensel boyutudur. Dünyanın her tarafından kendi bölgelerindeki Müslümanların temsilcileri olarak gelen farklı milletlere ve dillere mensup insanlar aynı tarz ve heyecanla âlemlerin Rabbine ibadetlerini takdim ederler. Bu manzara, kişinin ırk duvarlarını aşmasının ve ümmet şuuruna kavuşmasının güzel bir göstergesidir.
Ayrıca kişinin kendi halet-i ruhiyesine uygun bir STK’da, İslamî bir cemaatte yer alması kendisini yalnızlıktan kurtarır, kafa dengi birileriyle beraber yürümesini, faaliyetlerde bulunmasını sağlar. Böyle bir mensubiyette “aidiyet hissi”nin tatmin edilmesi vardır. Bu aidiyet insanı yalnızlıktan kurtarır, bir şeyler yapabilmenin heyecanını yaşatır.
Dostlar tabaka tabakadır esası
Dostların bir kısmı hava gibi, bir kısmı su gibi, bir kısmı mevsimlik meyve gibidir. Yani bir kısmıyla çok yakın ilişki olur, bir kısmıyla daha seyrek irtibat vardır, bir kısmıyla ise senede birkaç defa bir araya gelmek yeterlidir. Böyle olunca yakın dosttan beklenenle uzak dosttan beklenen aynı olmamalıdır.
Kur'ânda “yakın dost” anlamında “sahib-i cenb” ifadesi geçer.[8] Böyle bir vefakâr dost kişinin zor gününde de yanında bulunur. Bu tür dostlar, sıradan binlerce dosta üstün gelir. Yalnızlığa maruz kalmamak illa çok geniş bir dost çevresine sahip olmayı gerektirmez. Mevlâna - Şems yakınlığında görüldüğü üzere bazen bir tek kaliteli dost insanın mutluluğuna yetebilir. Mevlâna’nın dostları hayli fazlaydı, ama Şemsin ayrı bir yeri vardı.
Dostların hatırlarını sormak
İnsan bencilliği aşıp başkalarını da mutlu etmeye yönelebilmelidir. Zaten kendi........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein
Rachel Marsden