menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Süreç, Siyaset, TBMM

14 1
19.05.2025

Terörün kök sebeplerinin çözümü, güçlü bir demokratik mutabakat zemininde mümkündür. Bu zemini oluşturmak iktidarın, zemini işler kılmak ise TBMM çatısı altında yer alan tüm siyasi partilerin ortak sorumluluğudur. Siyasi partilerin sürece ilişkin yaklaşımları, bu sorumluluğun nasıl üstlenilebileceği konusunda bize önemli veriler sunmaktadır.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024’te DEM Parti’ye uzattığı el ile başlayan, PKK’nın kongresini toplayıp yaptığı fesih açıklamasıyla devam eden süreç, ülkemizde ve bölgede radikal bir dönüşümün kuvvetli habercisi olmuş durumda.

Süregelen çatışma ve gerilim atmosferini dağıtan, toplumsal barış ve güvenlik siyasetine yeni bir boyut kazandıran bu hamle, yaklaşık yarım asırdır süren terör ve şiddet dalgasından arınma yönünde bugüne kadar atılmış önemli adımlardan biri olarak tarihe geçti bile. 1993’ten bu yana neredeyse her Cumhuriyet hükümeti ve Genelkurmay, MİT gibi ilgili kurumlar tarafından görüşmeler yoluyla en az 13 kez denenmiş olan PKK’nın silahsızlandırılması girişimi, önceki örnekler ve dünya tecrübelerinden ayrışmasına rağmen nevi şahsına münhasır bir modelle sonuca ulaşmaya oldukça yakın.

PKK’nın 12 Mayıs’ta silahları bıraktığını ve kendini lağvettiğini duyurmasının ardından kamuoyunda sürece verilen temkinli destek gibi inanç da artıyor. Bu destek, Terörsüz Türkiye hedefinin, demokratik hukuk devleti olacak bir Türkiye’ye gebelik yapacağı umudunu da taşıyor. Sürecin başarılı olma ihtimali son yıllarda iyice uzaklaştığımız müreffeh, adil ve demokratik yaşam ideallerine yönelik umudu da canlandırıyor.

Tokalaşmalar, çağrılar, müzakereler ve fesih kararı; Türkiye’nin demokrasi, adalet ve toplumsal barış idealine bir adım daha yaklaşmasının önünü açtı şüphesiz. Gelişmelerin toplumsal mutabakata dönüşebilmesi için sürecin TBMM çatısı altına taşınması, yapısal bir çerçeveye oturtulması şart. Sadece feshin gerekleri değil; fesih sonrası büyük dönüşüm, TBMM’de temsil edilen tüm siyasi partilerin paydaşlığı ve bu tarihi sorumluluğu paylaşması ile mümkün olacaktır.

Daha önce Sayın Bahçeli’nin sürece dair tutumunu bütünlüklü olarak ele almış idik. (Bahçeli’nin Tutumu İkinci Yüzyılın Anahtarı Olabilir mi?) Bu yazıda ise siyasi partilerin tutumları, sürecin toplumsallaşması ve kurumsallaşması için TBMM’nin üstlenmesi gereken sorumlulukları ve Türkiye’nin bu yeni döneme nasıl hazırlanması gerektiğini kayda geçirmeye çalışacağız.

Terörün kök sebeplerinin çözümü, güçlü bir demokratik mutabakat zemininde mümkündür. Bu zemini oluşturmak iktidarın, zemini işler kılmak ise TBMM çatısı altında yer alan tüm siyasi partilerin ortak sorumluluğudur. Siyasi partilerin sürece ilişkin yaklaşımları, bu sorumluluğun nasıl üstlenilebileceği konusunda bize önemli veriler sunmaktadır.

Sürecin Atipik Doğası

“Terörsüz Türkiye” başlığı altında şekillenen ve derin tartışmalara konu olan bu sürecin en belirgin özelliği, klasik çözüm süreçlerinden ciddi ölçüde ayrışan metodolojisidir. Sürecin mimarisi, müzakere modeli, iletişim stratejisi, aktörlerin konumlanması, toplumsal katılımın niteliği, bu girişimi “atipik” kılan temel unsurlardır.

Özgün ve çok katmanlı sürecin en önemli aktörü olarak Sayın Devlet Bahçeli kayda geçti. İlk dönemlerde süreci “Bahçeli’nin başlattığı” şeklinde genel bir kanaat olsa da zaman geçtikçe devlet kurumlarının en az 30 yıllık hafıza ile yürüttüğü, hiç kesilmemiş ve son yıllarda artan nitelikli bir görüşme trafiğinin ürünü projenin, Bahçeli eliyle aleniyet kazanmış olduğu anlaşıldı. Bahçeli’nin örgütün feshini terörle mücadelenin kesin bir zaferi değil, yeni bir sürecin başlangıcı olarak kodlayan stratejik boyutta dönüştürücü söylemi ve kaleme aldığı makaleleri, siyasal ufku genişletmeye matuf bir yenilenme çağrısının tezahürü oldu.

Sürecin atipikliğini belirleyen yönlerden biri de sürecin fesih aşamasına kadar devlet, örgüt, iktidar ortağı siyasi partiler dahil mübalağasız maksimum 10 kişiyle yürütüldüğü kanaatidir.

İletişim tercihleri ve güçlü liderliklerle şekillenen süreç; tabandan yukarıya doğru değil, yukarıdan tabana doğru bir toplumsallaşma dinamiğiyle ilerlemektedir. Sürecin tercihen ve stratejik olarak elitler arası mutabakatla ilerlediği söylenebilir. Liderlere duyulan güven, toplumsal rızanın oluşmasında esas unsur haline gelmiştir. MHP’li, AK Partili, DEM Partili bir vatandaş süreci rasyonalize edememekte, duygusal olarak da tam bir bağ kuramasa da liderlerinin pozisyonunu boşa çıkaracak kuvvetli bir itiraz da geliştirmemektedir. Bu durum, barış süreçlerinin taban hareketlerine dayanan doğasına tezat oluşturan, hatta onu tersine çeviren özgün bir durumdur. Sürecin seyri, barış siyasetinin toplumsallaşma biçimlerine dair sıra dışı bir örnek teşkil edecek niteliktedir. Dar kapsamlı bir kadro ile yürütme tercihi, ilerleyen aşamalarda süreci geniş kesimlere anlatma ve sürecin meşruiyetinin derinleştirilmesine dair ihtiyacı ortaya koymaktadır. Süreci toplumsallaştırmaya dair emareler de artmaktadır.

Erdoğan’ın “Süreç” Politikası

Sürecin siyasi mimarisinde en kritik rolü üstlenen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaklaşımı özel olarak değerlendirilmelidir. Sayın Erdoğan’ın başlangıçtaki mesafeli ve temkinli tutumu; sürecin hassasiyeti ve geçmiş başarısızlıkları göz önünde bulundurulduğunda anlaşılır olmakla birlikte, zamanla ortaya koyduğu açıklamalar ve yürüttüğü temaslar yeni dönemi şekillendirme yönündeki iradesini güçlendirerek ortaya koymaktadır.

İlk aşamalarda Erdoğan’ın tutumu ancak alt mesajlardan, satır aralarından takip edilebilmişti. Örneğin, 12 Ekim 2024 tarihinde sarf ettiği “Her zaman varız” ifadesi, sürecin kendi bilgisi ve onayıyla yürütüldüğü yönünde yorumlanmıştı. Cumhurbaşkanı’nın 22 Ekim 2024 tarihindeki “Siyaset kurumu, Meclis, sivil toplum, basın, akademi ve topyekûn millet olarak hep beraber terörün ve şiddetin olmadığı bir Türkiye’yi inşa edelim istiyoruz” yönündeki çağrısı, destek pozisyonunu güçlendirmiştir.

Ancak bu sözlerin üzerinden sekiz ay geçmesine rağmen Meclis zemininde henüz tartışılan, görüşülen, istişare edilen somut bir gündem oluşmamıştır. TBMM’nin sürece dahli bakımından belki de tek önemli temas, 2 Ocak 2025 tarihinde TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un İmralı Heyeti’ni ağırlaması olmuştur.

Erdoğan’ın “topyekûn millet” dileğinin reel zeminde karşılık bulduğunu söylemek için de henüz erkendir. Siyasi aktörlere yönelik güven sorunu devam etmekte, silah bırakmaya ve demokratikleşme adımlarına ilişkin belirsizlikler, sürece destek veya karşıtlık yönünde olması fark etmeksizin vatandaşların inancını zayıf kılmaktadır.

Geçmişi Hatırlatmaktan Kaçınmak

Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki süreçleri hatırlatacak “çözüm” ve benzeri terminolojiden özellikle kaçınmış, geçmişi hatırlatacak olumlu-olumsuz örneklerden uzak durmuştur. Erdoğan, uzunca bir süre konuyu kamuoyunun gündemine taşımaktan kaçınmış, sürecin kamusal iletişimini Bahçeli’ye bırakmıştır. Öyle ki Bahçeli’nin kendi tarzınca yürüttüğü iletişimi “düzeltmekten” de uzak durmuştur. Erdoğan’ın temkinli, hatta yer yer mesafeli tutumunun nedeninin dört farklı dönemde (2004, 2009, 2011, 2013) yürütülen ve örgütün silahsızlandırılmasını hedefleyen girişimlerin başarısızlığı ve başarısızlığın ürettiği siyasi maliyet olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu temkinli tavır, 10 Nisan 2025 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde DEM Parti heyetiyle gerçekleştirilen ve 1 saat 25 dakika süren kritik görüşme ile birlikte kırılmaya uğramıştır. Görüşme hem Erdoğan’ın süreci net olarak sahiplenmesi hem de sürecin nihai karar verici ile detaylı olarak müzakere edilmesi açısından oldukça önemlidir. İki taraf da görüşmeden memnuniyetlerini kamuoyuna yansıtmaktan imtina etmemiştir.

Erdoğan 3 Mayıs’ta KKTC’de yapmış olduğu açıklamada: “Sırrı Süreyya Önder’in vefatından üzüntü duydum. Önder Terörsüz Türkiye için emek harcadı. Terörsüz Türkiye hedefine ulaşacağız. Malum Sayın Önder’i ve Sayın Buldan’ı Külliye’mizde kabul etmiş, yürüttükleri temaslarla ilgili verimli bir görüşme yapmıştık. Merhum Önder’in de son zamanda emek verdiği Terörsüz Türkiye menziline vasıl olacağımıza yürekten inanıyorum” diyerek memnuniyetini kamuoyuna da duyurmuştur. Erdoğan, İtalya ziyareti dönüşünde gazetecilerin sürece ilişkin sorularını yanıtlarken bu çerçeveyi daha da netleştirmiştir. Süreci Milli İstihbarat Teşkilatı’nın yürüttüğünü ve bu çalışmalara MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın öncülük ettiğini açıklamış, Cumhur İttifakı’nın bu doğrultuda “güçlü ve kararlı bir irade” ortaya koyduğunu vurgulamıştır. “Bu süreçteki en büyük motivasyonumuz evlatlarımıza terörsüz bir ülke bırakmak… Sivil siyasetin güçlendiği, huzurun kökleştiği… bir Türkiye için çalışıyoruz.” Bu ifadeler, çözüm perspektifinin yalnızca terörün sona erdirilmesi ile sınırlı olmadığını, daha geniş anlamda siyasi ve toplumsal dönüşümün hedeflendiğini göstermektedir.

“Siyasete Büyük İş Düşüyor”

Cumhurbaşkanı’nın 8 Mayıs’ta milletvekilleriyle yaptığı kapalı grup toplantısında basına yansıyan değerlendirmeleri de süreci üstlenme ve kadrolarını harekete geçirme açısından önemlidir. Erdoğan, “Bütün engelleri aştık. Yakında PKK’nın silahları bırakacağına ve örgütü feshedeceğine ilişkin olumlu haberler bekliyoruz. Ondan sonra da yeni bir süreç, hepimiz için yeni bir dönem başlayacak” sözleriyle gelinen aşamayı teyit etmiştir. Aynı konuşmada yer alan “Siyasete büyük iş düşecek. Süreci doğru yönetmemiz gerekiyor… Bizi kolay bir süreç beklemiyor ama size bu konuda güveniyorum” ifadeleri ile kurmaylarına ve parti kadrolarına sorumluluk yüklemiştir. Ömer Çelik’in bu sözleri kamuoyuna duyurması ile de AK Parti tüm kadrolarıyla süreç iletişiminin bir parçası olmuştur. Bu çerçeve, sürecin artık gizli ve sınırlı aktörlerle yürütülen güvenlik odaklı temaslardan çıkarılarak, siyasal ve toplumsal düzeyde kurumsal bir zemine taşınması ihtiyacını ortaya koymaktadır.

PKK’nın fesih ilanı sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 Mayıs’taki “Terörsüz Türkiye hedefimize engelleri aşarak, önyargıları kırarak, fitne ve nifak tuzaklarını bozarak emin adımlarla yürüyoruz. Cumhur İttifakı olarak iç cephemizi tahkim etme amacıyla büyük bir samimiyetle hayata geçirdiğimiz ‘Terörsüz Türkiye’ sürecinde kritik bir eşiği daha aştık. Alınan kararı ülkemizin güvenliğinin, milletimizin ebedi kardeşliğinin perçinlenmesi adına önemli buluyoruz. Her alanda yeni bir dönemin kapıları açılacaktır. Ocaklara ateş düştüğü günler geride kalmıştır. Terörün ve şiddetin tamamen devreden çıkmasıyla birlikte başta siyasetin demokratik kapasitesinin güçlendirilmesi olmak üzere, her alanda yeni bir dönemin kapıları açılacaktır” ifadeleri, önceki mesafeli ve temkinli pozisyondan farklı olarak artık sürecin siyasal sahipliğini açıkça üstlendiğini göstermektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 14 Mayıs 2025 tarihinde AK Parti grup toplantısında yaptığı konuşmasında da “Bölücü örgütün feshi ve silahları bırakma kararını açıklaması ile Türkiye Yüzyılı’nda yeni bir safhaya geçmiş bulunmaktayız. Bu safha birliğimizi, beraberliğimizi güçlendirme safhasıdır. Bu safha terör duvarını kalıcı olarak ortadan kaldırma safhasıdır. Demokrasimizin serpilmesine engel olanlara ket vuran safhadır. Kendi vatandaşlarının iradesiyle sorunlarını çözebilme kabiliyetine sahip olduğunu dosta düşmana göstermiştir” diyerek sürecin silah bırakma hadisesinin ötesinde Türkiye’nin demokratik kapasitesini güçlendirecek bir dönüm noktası olduğuna dikkat çekmiştir. Benzer şekilde, “Terör örgütünün kendini feshinin ardından siyasetin daha güçlü şekilde devreye girmesiyle belediyelerdeki kayyum uygulamasının yeniden istisna haline geleceğini düşünüyoruz” sözleriyle kayyım uygulamalarından yeni dönemde vazgeçileceğine işaret etmiştir.

Aynı konuşmada Erdoğan’ın “CHP Genel Başkanı Sayın Özel’e ve diğer siyasi parti yöneticilerine bu süreçte sergiledikleri yapıcı tutum için takdirlerimizi sunuyoruz. Her ne kadar sürece karşı mesafeli, hatta kimi zaman ciddi manada olumsuz tavır takınmış olsalar da sorumlu siyaset çizgisinden ayrılmayan muhalif parti genel başkanlarına da teşekkürlerimizi iletiyoruz. Siyasi rakibimiz de olsa siyasetçilerin temsil ettikleri toplum kesimlerinin hissiyatına tercüman olma görevlerini demokratik siyasetin meşru zemininde kalarak yerine getirmeleri çok ama çok önemlidir” şeklindeki sözleri tüm tartışmalara rağmen muhalefetin desteğinden duyulan memnuniyeti ifade etmiştir. Erdoğan’ın ilk kez 11 Ocak 2025’te Diyarbakır ve Şanlıurfa kongrelerinde ifade ettiği diğer siyasi partilerin sürece katılımına ve desteklerine verdiği önemi bu konuşmayla bir kere daha ifade etmiştir.

Cumhurbaşkanı’nın “siyasete büyük iş düşüyor” vurgusu ve Meclis’teki tüm aktörlere “bu süreci birlikte taşıyalım” yönündeki çağrısı; sürecin ikinci aşamasında demokratikleşme, hak ve özgürlükler ve kurumsal reformlar gibi alanlarda ihtiyaç hissedilen desteği elde etmeye matuftur. Sürecin başarıya ulaşabilmesi, örgütün silahsızlanmasını takiben yürütülecek siyasi, hukuki ve toplumsal yeniden inşa süreci ile mümkün olacaktır.

Son olarak Erdoğan, 15 Mayıs 2025 tarihinde yaptığı açıklamada “Devletimizin toprak bütünlüğü, milletimizin birlik ve beraberliği, üniter yapımız, bayrağımız, resmî dilimiz asla tartışma konusu değildir. Cumhuriyet’imizin temel niteliklerine dokunulmasına bu işin yaygarasını koparanlardan önce biz karşı çıkarız, biz itiraz ederiz. Ne yapılıyorsa ‘tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet’ diyerek sembolleştirdiğimiz ilkelerimiz çerçevesinde yapılmaktadır. Geçmişte bu meselenin çözümü için bilhassa merhum Özal döneminde çok cesur adımlar atıldı ama dışarıdan olduğu kadar içeriden yapılan sabotajlarla bu çözüm engellendi. Yapıcı eleştirilere, tekliflere sonuna kadar açığız, bundan memnuniyet duyarız. Ama ‘Terörsüz Türkiye’ çabalarının zorlaştırılmasına iyi niyetli bakmayız” sözleriyle olası risklere karşı pozisyonunu ortaya koymuştur.

“Terörsüz Türkiye” ve AK Parti

Her ne kadar Sayın Erdoğan ile AK Parti’nin pozisyonunu ayrı ayrı incelemek anlamsız olsa da AK Partili aktörlerin uzun süren sessizlikleri ayrı bir başlık açmayı gerektirmiştir. Sürecin ilk günlerinde temkinli söylemleri ile parti bürokrasisi sürece mesafeli yaklaşmıştır. AK Parti Genel Başkanvekili Sayın Efkan Âlâ 17 Ekim 2024 tarihinde sürece ilişkin yöneltilen soru karşısında, “Bizim öyle bir şeyimiz yok. Bizim hedefimiz var, gündemimiz var. Reform gündemleri var, anayasa gündemimiz var. Onları tartışıyoruz. Meclis’te de herkes yan yana oturuyor, her gün konuşuyor. 24 saat Kürtçe kanal yayın yapıyor. Bunlar aşıldı” sözleriyle süreci doğrudan tanımlamaktan ve kamuoyunun gündemine taşımaktan kaçınmış, meseleyi mevcut reform gündemlerinin doğal bir uzantısı olarak nitelendirmeyi tercih etmiştir.

6 Ocak 2025 tarihinde Abdullah Güler başkanlığında Ömer Çelik, Özlem Zengin, Efkan Âlâ’dan oluşan AK Parti heyeti; Ahmet Türk, Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan’dan oluşan İmralı Heyeti ile görüşme yapılmış, daha sonra Abdullah Güler, görüşmenin samimi ve verimli geçtiğini söylemiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemlerinin belirginleşmesi ve sürecin kamuoyuna daha açık biçimde yansımasıyla birlikte AK Parti cephesinde de “Terörsüz Türkiye” söylemini daha güçlü şekilde sahiplenen açıklamalar dikkat çekmeye başlamıştır. 27 Şubat 2025 tarihinde, Abdullah Öcalan’ın PKK’ya silah bırakma ve kendini feshetme çağrısına ilişkin olarak Sayın Âlâ, “Sayın Cumhurbaşkanımızın başından beri, yani ilk hükümeti kurduğu andan itibaren Türkiye’de terörle mücadelede nasıl bir politika izlediği bütün dünya tarafından biliniyor. Yani o zamandan beri kararlı bir şekilde terörü Türkiye’nin gündeminden çıkarma konusunda yapılması gerekenleri yaptı, atılması gerekenleri attı. AK Parti, bütün bu süreçlerde gerçekten ciddi inisiyatifler aldı. Öcalan’ın çağrısının özü silahların bırakılması ve terör örgütünün kendisini feshetmesidir. Biz sonuca bakarız” ifadelerini kullanmıştır.

Bu açıklamadan bir gün sonra, 28 Şubat tarihinde AK Parti Sözcüsü Sayın Ömer Çelik, “PKK, PYD, YPG, SDG hangi adla olursa olsun, Irak ve Suriye’deki bütün uzantılarıyla terör örgütü silah bırakmalıdır ve kendi kendisini feshetmelidir. Şöyle bir konu gündeme getiriliyor; ‘Devlet bir pazarlık sürecine girer mi?’ Bir kere daha ifade ettik ki; burada devletin nitelikleriyle ilgili bir pazarlık söz konusu değildir. Milletimizin değerleri konusunda bir al-ver süreci söz konusu değildir” sözleriyle benzer bir açıklamada bulunmuştur.

Sürecin Sahiplenilmesi

3 Mart 2025 tarihinde yapılan Merkez Yürütme Kurulu toplantısı sonrasında Ömer Çelik, yaptığı açıklamada Sayın Cumhurbaşkanı’nın “Terörsüz Türkiye” hedefine ulaşmak için yürütülen çalışmalara gerekli özenin gösterilmesi gerektiğini vurguladığını belirtmiştir. Çelik’in ifadeleri sadece iç siyasete değil, aynı zamanda bölgesel istikrara ilişkin mesajlar içermektedir. Çelik, “Türkiye’nin hem kendi içinde Türk-Kürt kardeşliğini hem de Türk, Kürt, Arap, Alevi, Sünni hepsinin birlikteliğini daha da pekiştirme anlamında iç cepheyi güçlendirme başlığıyla verdiği mesaj, hem bölgede terör örgütlerinin bölge halklarına karşı birtakım emperyalist projeler tarafından kullanılmasını engellemek için terörsüz Türkiye hedefi çerçevesinde ortaya koyduğu yaklaşım ki bunun devamı doğal olarak terörsüz Suriye, terörsüz Irak şeklinde, bütün bir bölgeyi, bütün Ortadoğu’yu kapsayacak bir vizyonun aslında çekirdeğidir. Türkiye açısından bir terör istemediğimiz gibi Irak açısından Suriye açısından, bölgedeki kardeş ülkeler açısından da herhangi bir şekilde terör tehdidi ve terör oluşumlarının istikrarsızlaştırıcı tutumlarını istemediğimizi ve kabul etmediğimizi de bu şekilde ortaya koymuş oluyoruz” diyerek süreci sadece iç değil, dış politik bir paradigma değişimi olarak da tanımlamıştır.

Sürecin Cumhur İttifakı ortakları arasında koordineli biçimde yürütüldüğünü vurgulayan bir diğer açıklama da 8 Nisan 2025 tarihinde yine Ömer Çelik’ten gelmiştir. Çelik, 8 Nisan 2025 tarihinde AK Parti MKYK toplantısı sonrası yaptığı açıklamasında sürecin Sayın Bahçeli’nin ve Cumhurbaşkanı’nın koordinasyonunda devam ettiğini vurgulayarak “Sayın Bahçeli’nin, iyileşme sürecinde bile Terörsüz Türkiye konusundaki hassasiyeti sahiplenerek, süreci en ince ayrıntısına kadar takip ederek, sürecin başarıya ulaşmasına dair değerlendirmelerini paylaşması gerçekten çok kıymetliydi. Yaptığı açıklamalarla Terörsüz Türkiye hedefinin herhangi bir yol kazasına uğramadan, provokasyona uğramadan hedefine ulaşabilmesi için önemli değerlendirmeler ve uyarılar yaptı. Sayın Bahçeli’nin konuyu bu şekilde takip etmeleri, Cumhur İttifakı olarak konuya verdiğimiz önemin, hassasiyetin yeni bir zirvesi olarak kayda geçmiştir. Sayın Cumhurbaşkanımız, MYK toplantısındaki açılış konuşmalarında Terörsüz Türkiye hedefine ulaşılması için yapılması gerekenler konusunda devlet kurumlarının senkronize bir şekilde çalıştığını, faaliyet yürüttüğünü ve siyasi açıdan da bu hassasiyetlerin aynı şekilde gözetilmesi gerektiğini ifade etmişlerdi. Önümüzdeki dönemde bu sürecin başarıya ulaşması için yeni aşamaları hep beraber göreceğiz ve takip edeceğiz. AK Parti Genel Merkezi olarak da bizim siyasi ajandamızın en üst sıralarında yer alan bir konudur” sözleriyle devlet kurumlarının senkronize bir şekilde çalıştığını ve sürecin AK Parti Genel Merkezi’nin öncelikli gündemi olduğunu belirtmiştir.

10 Nisan 2025 tarihinde NTV’de katıldığı bir programda konuşan Efkan Âlâ, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli’nin iradesini “yeniden umutlanmak için bir iklim” olarak nitelemiş; “Sayın Cumhurbaşkanımızın AK Parti kurulduğundan beri bu meselenin çözümü için gösterdiği irade, Sayın Devlet Bahçeli’nin gösterdiği irade ve söylemler yeniden umutlanmak için bir iklim oluşturmuştur. Bu iklime herkes katkıda bulunmalıdır. Türkiye, hedeflerine doğru emin adımlarla ilerlemelidir. Biz, ihtiyatlı ve temkinli bir dille meselelere vaziyet ediyoruz. Terörsüz Türkiye süreci, bizim öngördüğümüz biçimde devam ediyor. Bir aksama, duraksama yok. Umut ediyorum ki sonuç almaya doğru emin adımlarla ilerliyoruz” diyerek sürecin ihtiyatlı ama kararlı bir biçimde yürütüldüğünü vurgulamıştır.

AK Parti’nin “Terörsüz Türkiye” sürecini sahiplenici tutumunu en açık biçimde ortaya koyan değerlendirmeler ise 7 ve 12 Mayıs tarihlerinde Ömer Çelik tarafından yapılmıştır. 7 Mayıs 2025 tarihinde sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada Sayın Çelik, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde gelişen süreci, Cumhur İttifakı’nın sahip çıktığı bir “devlet politikası” olarak nitelemiştir. Açıklamasında, sürecin ittifak kadar AK Parti tarafından da........

© Perspektif