Okura açık mektup 3
Müzeyyen’in sözlerinden hareketle adam ile aralarındaki durumu yorumlamıştım:
“30 yıl sonra Müzeyyen’in sesini çok daha net duyuyorum. Ya da adamın çenesinden yoruldum kadının sesini duymak istiyorum. Az fakat öz cümleleri herifin façasını bozuyor. Bütün o artistik numaralar, dilbazlıklar, iç sesleri, benzetmeler, çağrışımlar vs ile kurulan/örülen her ne ise, Müzeyyen kâğıt kesiği etkisi bırakan cümleleri ile o yapıyı biçiyor, parçalı kılıyor. Müzeyyen’in cümleler sadece yan yana kelimeler değil, eylem var o sözlerde.”
Yazar, “adamı gömdünüz” demişti: “Bari gül dibine gömeydiniz.”[1] Önceki yazılarda “sen” diyordu, “siz”e geçti. İlginç! Devam edelim.
Müzeyyen’in cümlesindeki rüzgâr, kafasına göre takılan, kendi ile meşgul, bir tür kapalı devre birini ifade ediyor sanıyorum. Aylağın teki de diyebiliriz belki. Eğer ev sadece Müzeyyen’in sırtından dönüyorsa, sadece onun geliri ile yaşanıyorsa. (Gerçi aylak sevenler de var.) Hatta adam işi bırakıp “bundan sonra yazıcam” dediğinde Müzeyyen’in “yaz koçum, ben sana bakarım” demişliği de var. (Fakat nereye kadar?)
Yazar, rüzgâr’ı sevişmelerde coşku belirten olarak da kullanıyor:
“…çapkın, şakacı, çocuk yunuslar gibi dibe iniyor, dipte yılan balıklarına dönüşüp kıvrılıyor, sonra toprağı delip, köpüklü dalgalara bakan yamaçlarda rüzgâra çıkıyor, yeşil ve taze, kendimize ve birbirimize dolanıp yükseliyor, dallanıyor, açıyor ve…”
Rüzgâr’ı sevgi, tutku anlamında iç genişleten, sevişme sonrası........
© P24
