menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Önder Özden yazdı: Neden CHP kimseyi ikna edemez?

26 9
06.09.2025

İkna, demokrasinin vazgeçilmez köşe taşlarından biri. Demokrasi özünde bir sayı oyunuysa, saf haliyle çoğunluk gücüne dayanıyorsa, ikna yalnızca bir sanat değil, bir zorunluluk haline gelir. Demokratik siyasetin oyununu oynamak isteyen herkes başkalarını ikna edebilmeli, tartışmaya ve diyaloğa girebilmeli ve nihayetinde insanları fikirlerini ve politikalarını desteklemeye razı edebilmelidir—ister sosyal, ister ekonomik, isterse de daha geniş anlamda siyasi politikalar olsun.

Temsili demokrasilerde iktidara gelmek demek, oy kazanmak demektir. Oy kazanmak da zaten ikna etmeyi gerektirir: halihazırda ikna olmuş kitleleri değil, kararsız ya da farklı düşünen insanları. Bu kulağa ne kadar bariz gelse de bugün, “hakikat sonrası” (post-truth) gibi kavramların kamuoyunu belirlediği bir çağda ikna etme süreci her zamankinden daha karmaşık.

Artık “hakikat sonrası” bir çağda yaşadığımız, yani olguların ve aklın artık önem taşımadığı, siyasetin rasyonellikten ve nesnel hakikatten koptuğu çokça dile getiriliyor. Bu söylem bir kopuşu ima ediyor: Sanki bir zamanlar hakikatin hâkim olduğu, aklın bir çapa işlevi gördüğü bir dönem vardı ve şimdi bu yeni ve tehlikeli bir döneme adım atmış durumdayız.

Bu argümanın ciddi biçimde sorunlu olduğunu söylemek hiç de abartı sayılmaz. Siyaset hiçbir zaman tek bir “hakikat”in hüküm sürdüğü bir alan olmadı. Tarih, manipülasyon, propaganda ve stratejik yalanlarla dolu. Hiçbir zaman rasyonel uzlaşıya dayalı bir altın çağ yaşanmadı; toplumların üzerinde oybirliğiyle uzlaştığı tek bir hakikat hiçbir zaman olmadı. Fakat bütün sorunlu yanlarına rağmen belki de “hakikat sonrası” çağ belli bir noktanın altını kalın bir şekilde çiziyor; giderek daha polarize bir toplumsal yaşam sürdürüyoruz. Böylesi bir toplumsal çerçeve, ikna sorununu daha da yakıcı bir hâle getiriyor.

Bu noktada, siyasal meselelerdense daha çok dil meselesi üzerine eserler verdiği savlanan Ludwig Wittgenstein’a kulak verelim. Wittgenstein, iki “resim” (picture) çatıştığında derin bir anlaşmazlık ortaya çıktığını söyler. Burada “resim”den kastı basit bir temsil değil; insanların dünyayı gördüğü, yorumladığı köklü bir referans çerçevesidir. İki böyle çerçeve yüz yüze geldiğinde mesele yalnızca olgularda anlaşamamak değildir; insanlar adeta farklı dünyalarda yaşarlar.

Wittgenstein, bir insanın fizik yasalarıyla yön bulduğunu, diğerininse bunlara hiç güvenmediğini örnek vererek, “Aklın bittiği yerde ikna başlar” der. Buradaki temel nokta, iknanın yalnızca aklın bir uzantısı olmadığıdır; ikna, mantıksal kanıtlamanın ötesinde başka bir şey gerektirir. Bu gözlem, bugünkü siyasi zorlukların kalbine dokunuyor: Haklı olmak, “hakikati söylemek” ikna etmek için yeterli değildir. İkna, çoğu zaman karşı tarafla mantık yoluyla değil, hikâye, duygu ve bağ kurma yoluyla temas etmeyi gerektirir.

Türkiye’nin ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), tam........

© Medyascope