2.5 milyona yakın “milyonerimiz” oldu. Zenginleştik mi?
İki gün önce medyada, ülkemizde milyoner sayısının arttığına dair bir haber yer aldı:
“Türkiye’de milyoner sayısı ve toplam servet hızla artıyor. BDDK verilerine göre, Temmuz 2025 itibariyle hesabında 1 milyon lira ve üzeri para bulunan mudi sayısı 2 milyon 367 bini geçti. Söz konusu kişilerin toplam mevduatı 17.476 trilyon liraya yükseldi. Verilere göre, milyoner başına ortalama mevduat 7 milyon 382 bin lira oldu. Yerel para, döviz ve kıymetli maden hesaplarından oluşan bu dikkat çekici servetin dağılımı şöyle:
11.4 trilyon TL yerel para cinsinden
4.7 trilyon TL döviz tevdiat hesabı
1.3 trilyon TL kıymetli maden depo hesapları”
Ortaya çıkan tablo neyi ifade ediyor?:
Hangi ülkede olursa olsun, zaman içinde gelir ve servetin belli ellerde toplanması, ekonomi biliminin temel yasalarının gereğidir. Piketty’e göre, “uzun vadede sermayenin getiri oranı, ekonomik büyüme oranından yüksektir. Sermaye birikiminin belli gruplarda yoğunlaşması, servetin eşitsiz dağılımına neden olur ve bu da sosyal ve ekonomik istikrarsızlığa yol açar.”
Türkiye’de milyoner sayısında ortaya çıkan hızlı artış, ekonominin evrensel ilkelerinin gereği olmasının ötesinde Türk ekonomisinin temel yapısal sorunları, kronik yüksek enflasyon ve sürekli tekrarlanan kriz döngüleriyle yakından bağlantılı boyutlar taşıyor.
Öncelikle, belli bir zaman diliminde TL bazlı servet artışı büyük görünse de,Türkiye’de yüksek enflasyonun etkisi dikkate alınmalı; gerçek servet artışı, nominal (rakamsal) büyüme reel (enflasyondan arındırılmış) artıştan ayrıştırılarak hesaplanmalıdır. 2024–2025 döneminde P’ye yaklaşan yıllık enflasyon dikkate alındığında, servet artışının bir kısmının sadece “paranın değer kaybının telafisinden kaynaklandığı” açıkça görülür. Bu bağlamda, TL’deki değer kaybı nominal servetleri büyütüyor gibi görünse de, reel satın alma gücünün aynı ölçüde artmadığı gerçeğini göz önünde bulundurmalıyız. Yani milyoner sayısının artışı, tek başına toplumun zenginleşmesinin sonucu değil, aynı zamanda paranın değerindeki kaybın gelir rakamlarına yansımasıdır.
Türkiye’de enflasyonun kontrol altına alınamaması ve uzun süre düşük faiz politikası uygulanması, TL’ye olan güvenin kaybolmasına yol açtı. Bu da “dövize” ve “altına” yönelişi hızlandırdı. TL mevduatına oldukça yüksek oranda faiz verilmesine rağmen, Türkiye’de halihazırdaki mevduatın 4,7 trilyon TL’sinin döviz cinsinden olması, tasarruf sahiplerinin TL’ye güven kaybını gösteren bir olgudur. Bu........
© Karar
