“Vurmadan önce yüzüne güleriz”
Bazı filmler üstünden seneler geçse bile tekrar tekrar izlenebilir. Öyle ki her izleyişte yeni bir tat bırakır damakta. Kişi, filmde daha önce fark etmediği bir ayrıntıyı yakalar ve “Ben bunu daha önce nasıl fark etmemişim!” diye hayıflanır. Hâlbuki daha önce fark etmemiş olması normaldir; çünkü o filmi daha önce izlediği zamanki kendisi ile şimdi izlediği zamanki kendisi aynı kişi değildir, dolayısıyla o zamanki kendisinin o ayrıntıyı yakalaması mümkün değildir.
Kitapseverler alınmasın, ben dizilerin ve filmlerin, çağımızda, kurguya dayanan kitapların yani hikâye ve romanların yerini tuttuğunu düşünenlerdenim. Hikâye ve roman okuyanlar, zamanında nasıl hayalperest olmakla, boş işlerle uğraşmakla hatta toplumun ahlak yapısına mugayir olmakla suçlanmışlar, hoş karşılanmamışlarsa günümüzde de diziler ve filmlere bu gözle bakanlar var fakat konu o kadar basit değil. Yine nasıl geçmişte hikâye ve roman okuyanlar, boş işlerle uğraşmadıklarını, hikâye ve roman okuyarak da bir şeyler öğrendiklerini savunmuşlarsa bugün de dizi ve film izleyenler bunu rahatlıkla söyleyebiliyor. Doğru da söylüyorlar çünkü hikâye ve roman okuyarak da dizi ve film izleyerek de bir şeyler öğrenilebilir. İkisi birbirinin yerini tutmaz tabi o ayrı konu ama bugün kitap okumayan nesiller, en azından dizi ve filmlerden doğru bir şeyler de öğrenebiliyorlar. “Çok yanlış şeyler de öğreniyorlar.” boyutuna bu yazıda hiç girmeyeceğim.
Bunları bana düşündüren de yakın zamanda tekrar izlediğim eski bir film. Filmin adı Şeytanın Avukatı. Film, taşralı başarılı bir avukat ve eşinin New York’ta başlarına gelenler üzerine kurulu. Kurgu, filmin sonunda başa dönüyor ve benzer kurguların farklı farklı durumlarla tekrarlandığını anlatmaya çalışıyor. Filmle ilgili, spoiler vermeden ilgimi çeken bazı yönlerine değineceğim.
Bu arada film 1997 yapımı. Bu kadar eski bir........
© Karar
