Kalbin Bir Köy Evi
GURBET kapısını ona erken açmıştı.
İlkokulu o yıl bitirmişti. Tarlada geçen zorlu günlerin arkasından babası onu bir ödül olmak üzere amcalarını görmek üzere İstanbul’a göndermişti.
Götürense öğretmen olan babasının emmioğlu idi. Refakat ediyordu. Yine de küçük kalbi ne kadar da heyecanlıydı. Nasıl da pır pır ediyordu. Gerçi babası çok küçük yaşta yanında götürmüştü bir defa ama bu başkaydı. İlkokul bitince kendini büyümüş sayıyordu.
…
ANKARA otobüs garında o gece bilet bulamadılar. Şimdiki gibi direkt intikal yoktu. Aktarmalı olarak sağlanıyordu ulaşım. Yerleştikleri orta sınıf bir otelde geçti ilk geceleri. Bu gece çok ilginçti onun için.
Köylerinde akşamları çobanın dağıttı koyunları kardeşleriyle ilerleyen vakitlere kadar tekrar çıkarıp güderlerdi. Harmanın üst taraflarında buldukları “Çakmaktaşı” dedikleri beyaz taşları birbirine vurarak çıkan ateşi seyretmeye doyamazlardı. Bir de sırt üstü yatıp gökyüzünün enginliklerinde yıldızları seyretmeye. Her biri bir yıldızı tutardı. Kendisinin sayardı. Ülfet ederdi. Uzaktan uzağa söyleşmeye çalışırlardı. Bu yüksek derinlikten korkarlardı bazan. Ürkütücü gelirdi onlara. Bir bilinmezlikler diyarı gibiydi çünkü. Öyle de olsa aralarında elleriyle göstererek “İstanbul bu taraf” derlerdi.
Bilmezlerdi tabi ne olduğunu, hayatın orada nasıl aktığını, insanı içine çekip nasıl yuttuğunu. Sadece halaları ve amcaları oradaydı. Tüm bağlantıları buydu ama öyle az buz bir şey değildi onlar için.
Bir tanesi hoca olan amcasının çok şöhretli olduğunu düşünürdü. Televizyonun henüz köylerle tanışmadığı o vakitlerde cızırtılı radyoda cuma akşamları Kur’an-ı Kerim okuyanları amcası sanırdı. Oturup ciddiyetle dinlerdi. İçine bir huzur gelirdi. Amcasıyla gururlanır, sevinirdi.
Çocukça bir taşkınlıkla bir ara kaçıp oraya gitmeyi hayal etmişti. Peki, amcasını nasıl bulacaktı? Adres yoktu. Yol iz bilmiyordu. Burada amcasının meşhur olması hemen imdadına yetişirdi. “Otobüsten inince adını söylerim, götürürler” diye........
© İstiklal
