Gülden İkmale Kalmak
Bu sana yazdığım kırk ikinci mektup Ferahnaz. Radyoda yine savaş haberleri. Bu mektup da zarfına sığmayacak, Kafka’nın Milena’ya yazdığı mektuplar gibi. Sözlerinde darp izine rastlandı. Ağır ve yorgun uykularda vurulmuştu belli ki düşlerin. Mavi gözlerinde taşıdığın hüznü; kahkahayla bırakamayınca masaya, ustaca ellerinin telaşında gizledin. Nasıl başlar bir sonun di’li geçmiş zaman öyküsü, miş’ten vazgeçmiş olmak için?
Sınırları çizilince gurbette kalan bir nehirdi kalbin. Nar ağacına bakarken gülümsemekti bütün isteğin. Acı, medeniyet kursa da göğsünün üstünde zanlı bulundu diyen bir sese sol yanını kurban verdin. “Dizlerimin üzerinde yaşamaktansa, ayaklarımın üzerinde ölmeyi tercih ederim” diyen Ernesto seni tanısaydı devrimciliğinden utanırdı, buna eminim.
Sancılar sofyan bir şarkının nakaratı gibi vurdukça efkârından, sesinde kaç inkılap kayıtlara geçti. Harp düzeni gülüşlerin düşmeden ikindi gölgesine, gözlerini düşürdün ayakucuna ve yürüdün özgürlüğün üstüne. Kıvrıldıkça susuz bir ırmak gibi dudakların, usulsüz okunan bir mersiye oldu sesin. Özlemeyi ince bir sızı gibi yüzünün mevzun eşkâline işledin.
Sen hep korktun trenlerden; gitmelerden, gelmelerden. Taşını arayan bir kuştu kalbin. Günde beş vakit ölür çünkü şairler; maya tutmaz gözyaşı, iyi halden intihara meyleder. Bu bahçe nereye açılır güpegündüz, kaçtın ama bir ayna yüzüne vurdu susuzluğunu. Bu değilmiş meğer kırk yıldır aradığın nehir, kime bir tavaftan söz edebilirsin artık. Dönmedi kalbinin güvercinleri henüz. Diriler dağına tırmanmadan ölüler vadisinde uyandın her seferinde.
Bir istasyonda kaybettin babandan hatıra Nacar marka saatini. Zaman rötar yaptı; sen durdun, tren durdu raylar durmadı, kömür tozu yağıyordu gökyüzünden. Durdun........© İnsaniyet
