Olanca sesimle ölüme küfrediyorum
Çığlık ve yalnızlık ya da sessizlik ve kalabalık… Ya da çığlık ve kalabalık, yalnızlık ve sessizlik… Yalnız olmak, yalnızlaşmak inziva değil, adım adım ölümdür. Ölümü seçmek bazen bir tercih olabilir. O tercih seçenindir. Bir de yalnızlığa itilme durumları var. Tutunamamak buradan başlar. Yalnızlığa itilenin çığlığı olmaz. Sessizdir her daim. “Benzeyerek sevilmez. Anlayarak, büyüterek, katarak, yenileyerek, yükselterek sevilir.” der Tevfik Taş. Sevgi, farklı olduğun yerin ortasında büyüttüğün sözdür, suladığın çiçek, elinle dokunduğun fide ve kalbine yerleştirdiğin derin bir çığlıktır. Sevgi anlamdır.
Bir bir kaybediyoruz sevdiklerimizi. Kendi adıma konuşursam sevdiklerimi derim. Hayat bana sevmeyi de öğretti, ağlamayı da. Yas tutmayı da gülebilmeyi de. Ben ölürsem de yaşanan bundan farklı olmayacak. O nedenle kimseye gönül koymuyorum. Kendimden biliyorum. Bazen insanın önceliği farklı olabiliyor. Bazen karşı taraf adına düşünemeyebiliyor. Bazen hayat denen akış öncelikleri farklılaştırabiliyor. O zaman kaybettiğimiz değerlerin ardından vicdanımızla konuşuyoruz. Ya da ben öyleyim. Başkasına kefil olamam.
Tevfik Taş dostumdu. Kardeşimdi. Türkiye Yazarlar Sendikası yönetimindeyken başladı dostluğumuz. İnce ve nazikti. Kibardı. Felsefe, sanat tarihi ve mitoloji bilirdi. Konuşurdu. Resim onun için özeldi. Resimleri yorumlardı. Doğa dostuydu. Gittiği yerleri değil, gitmediği yerleri söylemesi daha kolaydı. Nereye gitmişse köy köy bilir ve her köy kahvesinde bir ahbabı mutlaka olmuştur. Dersim’i ayrı severdi. Doğruya doğru. Atlas Dergisi’nde yaptığı Munzur dosyası ile övünürdü.
Ona dair üzüntüm şudur. O hayattayken yazmak istiyordum. Hastaydı, kendisine söylediğimde de “yaz” demişti. Sonra bir şeyler oldu ve ben yazamadım. Yani o süreçte. Yoksa hakkında cümlelerim vardır. Kendisi de yazılarında benden söz etmiştir. Bu anlamda da severdik birbirimizi. Tevfik Taş çok yönlü biriydi. Şairdi........
© İlke TV
