Anayasa Mahkemesi'nden Enflasyon Karşısında Yıllardır Eriyen Alacaklar İçin 'Pilot' Darbe: Meclis'e Tarihi Çağrı
Türkiye'de yıllardır süren bir hukuki ve ekonomik kangren var: Davayı kazansanız bile, hakkınız olan parayı yıllar sonra elinize aldığınızda, yüksek enflasyon karşısında bir hiç olması. Alacaklıların kâğıt üzerinde haklı, kasada ise mağdur olduğu bu adaletsiz döngü, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) verdiği tarihi Caner Şafak kararıyla bir düzene girer mi dersiniz? Yüksek Mahkeme, bu sorunu münferit bir dava olarak görmeyip, sistemin kendisinden kaynaklanan bir “yapısal bozukluk” olarak tescil etti ve çözümü için “pilot karar” usulüyle topu doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) attı. Bu karar, sadece bir hak ihlalini tespit etmekle kalmıyor, aynı zamanda yasama organına anayasal bir görev yüklüyor ve Türk hukukunda yeni bir dönemin kapısını aralıyor.
Sorun Neydi? Adaletin Gecikmesi ve Enflasyonun Yıkımı
Hikâye tanıdık. Bir alacaklı, hakkını alabilmek için 2010 yılında icra takibi başlatıyor. Yargı süreçleri uzuyor, davalar yıllar sürüyor ve nihayet 2020’de, yani on yıl sonra alacağına yasal faiziyle birlikte kavuşuyor. Ancak bu on yılda Türkiye ekonomisi büyük bir enflasyon dalgası yaşamış, paranın alım gücü önemli ölçüde düşmüştür. Alacaklının eline geçen para, on yıl önceki değerinin yanına bile yaklaşamamaktadır. Borçlu ise borcunu yıllarca geciktirerek adeta kârlı çıkmıştır.
Bu durumda alacaklının başvurabileceği teorik bir yol vardı: Borçlar Kanunu’nun 122. maddesinde düzenlenen “aşkın (munzam) zarar” davası. Yani, yasal faizin karşılamadığı, enflasyondan doğan ek zararın talep edilmesi. Ancak bu yol, Yargıtay’ın yerleşik içtihadının ördüğü bir duvarla neredeyse tamamen kapalıydı.
Yargıtay'ın "Somut İspat" Duvarı
Yargıtay, uzun yıllardır baskın olan içtihadında, aşkın zarar talepleri için alacaklıya neredeyse imkânsız bir ispat yükü yüklüyordu. Yüksek Mahkeme’ye göre, “Ülkede enflasyon çok yüksek, param pul oldu” demek yeterli değildi. Alacaklının, bu genel ekonomik durumun ötesinde, kendisine özgü somut bir zarara uğradığını kanıtlaması gerekiyordu. Örneğin, “Paramı zamanında alsaydım şu evi alacaktım, alamadığım için fiyatı şu kadar arttı” veya “Alacağımı tahsil edemediğim için şu bankadan yüksek faizle kredi çekmek zorunda kaldım” gibi spesifik senaryoları delilleriyle ortaya koymalıydı.
Bu katı yorum, aşkın zarar müessesesini işlevsiz kılıyordu. Oysa geçmişte, özellikle 1990’lı yıllarda Yargıtay’ın benimsediği daha hakkaniyetli bir yaklaşım vardı. Bu yaklaşıma göre, yüksek enflasyonist dönemlerde alacaklının zarara uğradığı bir “karine” olarak kabul ediliyor, ispat yükü tersine çevrilerek borçlunun, alacaklının zarara uğramadığını kanıtlaması bekleniyordu. Yargıtay içindeki bu derin ve istikrarsız görüş ayrılığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Ahmet Nihat........© Hukuki Haber
