Binlerce yürek, vicdanlarda tek bir soru: Gazze için ne yapmalıyım?
RAHMAN’IN ADIYLA...
"Allah, kendi yolunda bir duvarın taşları gibi kenetlenip saf tutarak savaşanları sever."
"Allah’a ve Resulü’ne inanır ve Allah yolunda malınızla ve canınızla gayret gösterirsiniz. Bu, sizin kendi iyiliğinizedir; keşke bilseydiniz."
Saff 4:11
Genelde Ortadoğu, özelde Filistin ve daha da özelde Gazze; yıllardır acılarına ilm’el-yakin, şimdi ise aynel-yakin ve hakk’el-yakin şahitlik ettiğimiz katliamın, gözyaşının, sürgünün, kanın sel olup aktığı beldelerden bir beldedir. Onlarla aynı dinin yarenleri olduğumuz için şükrettiğimiz Filistinli mazlumlardan yana olmanın verdiği onuru bir şeref madalyası misali taşımakla birlikte bazen birbirimize, çoğu zaman ise için için ve içimize içimize ağladığımız; meydanlara taşırdığımız öfkemizle bulsak bir kaşık suda boğacağımız, göğüs göğüse çarpışmak için can attığımız Siyonistlere karşı ise soylu ve katlanan bir öfke ile elimizden geldiğine inandığımız ne varsa yaptığımıza ve yapacağımıza olan imanımızda müstahkem bir kale misali dimdik duruveririz.
Amma velakin, buna mukabil kendi acziyetimize, çaresizliğimize; zalimlerin dışında kalan dünyanın öbür yarısı ile birlikte bu kadar zamandır nasıl ilmek ilmek ekonomik, siyasi, politik, hatta psikolojik olarak onların sistemlerine bağımlı hale getirildiğimize yandık, yanmaktayız. 7 Ekim, bize birçok hakikatin yanında neden onlar uyanıkken biz uyuduk, onlar çalışırken biz yan gelip yattık, üretmek şöyle dursun ürettiklerini tüketerek obez olduk, onlar dört bir yanımızı kuşatırken görmemek için at gözlükleriyle dolaştık, onlar yüzyıllık işgal planları yaparken biz “Hele bir yarına çıkalım da sonrasını düşünürüz” rehavetiyle oyalandık gibi bir dolu soru ve sorunla yüzleşmenin verdiği acı gerçeğini de hatırlatmış oldu.
Evet, madalyonun karanlık tarafını gördük, âmennâ. Ama bunun bir de aydınlık yüzü vardı. Onu da yine Gazze’nin ölürken bile teslim olmama haysiyetinin bayraktarı olan kardeşlerimiz öğretti. Konuşmadan, sadece yaşayarak tüm dünyaya şunları bir manifesto olarak anlattılar:
“Asla pes etmek yok, vazgeçmek yok; direne direne ölsek de, öle öle dirilteceğiz. İslam’ın diriltici ve hayat veren soluğunu, kendimize rağmen soluksuz kalanlara ulaştıracağız ve siz bizimle tekrar özgürleşeceksiniz. Biz vazgeçmediysek sizin vazgeçme lüksünüz yok; olamaz da. Ayağa kalkmak ve mücadele etmek zorundasınız.”
Peki ama nasıl?
Hiç şüphesiz bu soruya; devletlerden tutun kurum, kuruluş, STK, vakıf, parti, cemaat, tüzel ve özel kişiler kendilerince cevap vermiş, veriyor ve vereceklerdir. Fakat sıkıntı ne kadar büyükse, çaresinin de çok çeşitli olabileceği ihtimalinden yola çıkarak biz de yürek yangınımıza bir parça merhem olması ihtimaliyle birkaç satır yazalım istedik.
İlk elden şunu belirtmekte fayda var:
Dünyadaki İslami hareketler, iktidarda veya muhalefette olmaları fark etmeksizin, yaşadıkları coğrafyanın dışındaki Müslümanlardan her ne talep ederlerse, onlara yani bizlere onu yapmak düşer. Meseleyi Gazze özelinde değerlendirdiğimizde yine Gazze halkının taleplerinden yola çıkmamızın sağlıklı bir değerlendirme olacağı ve “Neler yapabiliriz?” ya da “Ne yapmalıyız?” gibi suallerimize doğru bir kılavuz olacağı fikrinin pekişmesi sonucunda birkaç başlık sıralayabiliriz:
BOYKOT
Siyonistlerin tahrip gücü bu kadar yüksek silahları, uzun süreli bir saldırganlığın, yakıp yıkmaların ve katliam şebekesi olarak hâlâ bir şekilde devam edebiliyor olmalarının sebebi elbette ki; dini inançları ve asker sayısından ziyade,paraya ve onun sağladığı güce tapmaları ile birlikte kapitalist devletleri arkalarına almalarında yatar.
İşte burada ekonomik olarak onları zayıflatacak bilinçli ve istikrarlı bir boykot kaçınılmaz hale geliyor. Ama öyle lalettayin birkaç kalem ürünü boykot ederek değil; çok boyutlu bir boykot… Asitli içecek tüketmeyince boykot yaptığımızı zanneden bizler, boykotu ciddiye alınca gördük ki aman Allah’ım, Siyonist tüketim bir ahtapot gibi sarmış dört bir yanımızı. Boykotu tahfif edenlere, “Benim yaptığımda ne olur ki?” hikâyelerine rağmen bunu gelip geçici bir rüzgâr olarak değil, bir hayat tarzı haline getirmek her birimizin boynuna Gazze’nin yüklediği emanettir.
Tarihte boykotların etkisini ve düşmanın gücünün nasıl kırıldığının sayısız örnekleri olmakla birlikte, birkaçına değinmenin yeterli olacağını düşünüyoruz:
1955’te Rosa Parks isimli siyahi bir hanımın ABD’de başlattığı toplu taşımalardaki ırkçı uygulamalara karşı Afroamerikalıların katılımıyla yapılan toplu taşıma kullanmama eylemi sonuç vermiş ve en azından yolculuk yaparken........





















Toi Staff
Gideon Levy
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein