menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kıyamet efendisi

74 0
15.10.2025

Entelektüel gıdasını çiğ, rahatsız edici, göz köreltici, dimağ kurutucu ışığının aydınlattığı cep telefonunun küçük ekranından alan, ruhunu doyurmak için bunu yeterli sayıp o sırada konuşulan, tartışılan mesele neyse o konuda sarf edebileceği en az üç cümle biriktirmiş olan, böylece kendini muazzam bir bilgiyle donanmış bir allame sanan zamanın sosyal medya feylesoflarının hüküm sürdüğü bir dönemde; yaklaşık dört yüz sayfalık bir romanı (Henüz Türkçeye çevrilmemiş “Herscht 07769”) tek bir cümleyle yazmış, kullandığı tek noktayı kitabın sonuna koymuş; uzun, neredeyse soluksuz cümleleri sayfalarca süren, birbirinden virgülle bölünmüş ama asla birbirinden kopmayan cümlelerin anlattığı şeyler bir süre sonra manasız, kör bir şiddete dönüşen; kaosun, absürdün, akla aykırı Kafkaesk (“Kafka okumadığım zamanlarda Kafka'yı düşünüyorum. Kafka'yı düşünmediğim zamanlarda onu düşünmeyi özlüyorum. Bir süre düşünmeyi özledikten sonra, onu çıkarıp tekrar okuyorum”) durumların iç içe geçtiği, herkesin her şeyin değişeceğine inandığı ama hiçbir şeyin hiç değişmediği, her şeyin kendisi gibi kaldığı, zamanın bir yere sakız gibi yapıştığı, kendini tekrar edip durduğu, ilerlemediği, her şeyin kaskatı kesildiği, tabiatın, insanların, manasız hayatlarının donduğu bir atmosferde geçen, “kıyametvari terörün ortasında sanatın gücünü yeniden gösteren, etkileyici ve vizyoner eserler” yazdığı için 2025 Nobel Edebiyat Ödülünü Macar romancı, senarist László Krasznahorkai’ye verdiler. Cep telefonları ve ona benzer aletler aracılığıyla aydınlanan, burada yazdığım yazılara bile “ne kadar uzun yazıyorsun, biraz kısa yaz” diye serzenişte bulunan, bestseller ve “kişisel gelişim” kitaplarına alışkın, kendi berbat hayat hikayelerini roman sanan, edebiyatı sosyal bir sınıfın diğer bir sosyal sınıfı ortadan kaldırma aracı olarak gören, kitaplarda heyecan ve sosyal medyada paylaşmak üzere ilginç bilgiler arayan, bulduğu bilgiyi kaynak göstermeden babasının malı gibi kullanan, okuduğu cümlenin sonunu getirmeden sıkılan okurları şimdiden uyarıyorum; bu yazarın kitaplarını sakın almayın, bir sayfasını bile bitirmeden bir köşeye atarsınız, benden söylemesi. Evet, adını telaffuz etmenin bir hayli güç olduğu (okunuşu Laslo Kasnahorkai) bu yazar kesinlikle size göre değil. (Heyecan, aksiyon, macera arıyorsanız Dan Brown’ın yeni kitabı her kitapçıda sizi bekliyor.)

Ben tek romanını, vaktiyle, 2013 yılında Can Yayınları arasından çıkmış “Şeytan Tangosu”nu okudum şimdiye kadar. Hakikaten de sıkıcı... Kitapta zaman ilerlemiyor. Yazar bize donmuş hayatları, donmuş bir zamanda anlatıyor. On iki bölüme ayrılıyor roman. İlk altı alt bölümde zaman kronolojik olarak ileri gider. Sonraki altı bölümde ise aynı tempoyla geri döner. 1'den 6'ya, 6'dan başlayarak 1'e... Hikaye kendi kendini tekrar eder. Bir kısır döngü gibi.

Roman, memleketin kırsalında, küçük bir köyde, rüzgarın oraya savurduğu bir kalabalığın, terkedilmiş bir kolektif çiftlikte durmadan dans edip içki içerek birisini bekleyen, rengini ve yaşama sevincini hepten kaybetmiş bir grup insanı anlatıyor. Ürkütücü bir bekleyiştir onlarınki. Her şey çürümüştür, insanlar çürümüş, binalar çürümüş, su çürümüş, rüzgâr çürümüş ve en önemlisi umut çürümüştür. Berbat, kesif bir koku sarmıştır etrafı. İnsanlar durmadan dans edip içiyorlar. Üstleri başları berbat, pejmürde…. Birisini bekliyorlar. Bir kurtarıcıyı. Ama asla Mesih değil. Irimias adında tuhaf bir kurtarıcıyı. Belki de bekledikleri Şeytan’ın ta kendisidir. Durmadan yağmur yağar. Bardaktan boşanırcasına… Okumuşsanız eğer, Kemal Tahir’in “Rahmet Yolları Kesti” romanında olduğu gibi. Ama yağmur bu çürümeyi alıp götürmez. Sadece çamuru daha vıcık vıcık hale getirir o kadar. Bu korkunç atmosferde insanlar bir şeyler yapıyor ama aslında hiç kimse hiçbir şey yapmıyor. Herkes konuşuyor, ama kimse sesini kimseye ulaştırmıyor. (Tıpkı son yıllarda memleketimizde ve birçok memlekette olduğu gibi!) Sıkıcı bir atmosferde geçen sıkıcı bir romandır evet. Tıpkı hayatlarımız kadar sıkıcı. Ritmi hayatın ritmine benziyor. “Hayatı dinleyin benim cümlelerimi duyacaksınız” demişti hınzır herif bir mülakatında. Devamında şunları söylemişti:

“Kitaplarımı okumamış olanlara önerebileceğim bir şey yok; bunun yerine........

© Habertürk