Aşkın karmaşık dansı: Kalbin atışı ve ruhun sessizliği
Kalbi olan sever mi? Bu soru, insanlığın varoluşundan beri zihinleri meşgul eden kadim bir bilmece. Şüphesiz ki evet, kalbi olan sever. Ama bu sevgi, sadece biyolojik bir organdan ibaret değildir. Kalp, bedenin ritmi, kanın akışı, yaşamın ta kendisidir. Ancak aşk, bu fiziksel varoluşun çok ötesine uzanan, ruhun derinliklerinde filizlenen karmaşık bir histir. Kalp, aşkın bedendeki yankısıdır; heyecanla çarpar, özlemle sıkışır, acıyla sızlar. O, aşkın dışavurumu için bir sahne gibidir. Ancak asıl oyun, zihnin kuytularında, ruhun labirentlerinde oynanır. Aşk, mantığı devre dışı bırakan, uykuyu kaçıran, dünyayı farklı renklerde gösteren bir tutkudur. Bir bakışla başlar, bir gülüşle filizlenir ve çoğu zaman sebepsiz yere büyür. Kalbin hızlı atışları, avuç içlerinin terlemesi, göz bebeklerinin büyümesi… Bunlar aşkın somut belirtileridir. Ama bu belirtilerin arkasında yatan, duygu denen o muazzam güçtür. Yani kalp sever, evet; ama ruhun da bu sevgiye katılmasıyla gerçek bir anlam kazanır.
Kalbi olmayan anlar mı aşktan? Bu, daha da derin bir felsefi sorgulamayı beraberinde getiriyor. Eğer “kalp” sadece bir organ olarak düşünülürse, fiziksel bir kalbi olmayan bir varlığın bizim gibi acı çekmesi, özlem duyması, tarifsiz bir mutluluk yaşaması elbette mümkün olmayacaktır. Ancak burada........
© Haberton
