Kaç paralık olduğumuzu kim belirleyecek ya da neden yalan söylememem gerekiyor
“KAÇ PARALIK OLDUĞUMUZU KİM BELİRLEYECEK YA DA NEDEN YALAN SÖYLEMEMEM GEREKİYOR”
(…)şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin(…)
(.)Biz şehir ahalisi, kara şemsiyeliler!
Kapçıklar! Evraklılar! Örtü severler!
Çığlıklardan çadır yapmak şanı bizdedir
Bizimdir yerlere tükürülmeyen yerler(…)
(…)Biz şehir ahalisi,üstü çizilmiş kişiler
Kalırız orda senetler,ahizeler ve tren tarifesiyle
Kimbilir kimden umarız emr-i b'il-ma'ruf
Kimbilir kimden umarız neyh-i ani'l-münker
Bize yalnız oğulları asılmış bir kadının
Memeleri ve boynu itimat telkin eder.(…)
(İsmet özel)
Bütün ahlak felsefesi aslında şu soru kipiyle ve cevaplarıyla ilgilidir veya buna indirgenebilir; “neden yalan söylememeliyim?” İnsan denilen varlık, “tanrılık” statüsüne sahip ol(a)madığı ve olamayacağı için, pozitif değil de negatif ontolojiye sahiptir. O bilgileriyle, bedeniyle, fizyolojisiyle, düşünceleriyle, … N malul olan bir varlıktır ve “varlığı-da” buna dahildir.. Öte yandan insan denilenin negatif/eksiltili bir varlık olması tam olarak da onun var-olma çabasına yol açan “kurucu-dinamosudur”. Çünkü her türden oluş ve olma çabası eksiklikten, yoksun olma durumundan kaynaklanır.
Elleri küçük, zayıf ve hantaldı başlangıçta, büyük arzularını, umutlarını, düşlerini kavramaya yetmiyordu, bu yüzden olsa gerek taşları birbirine vurup yontmaya başladı ve taş-aletleri yaptı ilkin. Sonra o taşa bir sap-ekleyip onu balta haline getirerek vuruş-etki gücünü artırdı, ellerini kullandıkça beyni gelişti, beynini kullandıkça da ellerinin işlevselliği artı ve geldik bu günlere.
Ellerimizin sınırlarını zorladığımız gibi, gözümüzün sınırlarını, yetersiz hallerini de zorladık, teleskoplar, mikroskoplar yapar hale geldik. Anatomik ve fizyolojik olarak da yetersizdik, gördüğümüz diğer canlılara göre, onların hepsinin kendi-giysileri vardı, biz ise tüysüzdük ve urbalar yaptık biz de onların tüylerine eşdeğer. Baktık bazılarının kanatları var, göklerde özgürce ve ihtişamlı biçimde uçuyorlar, onlara özendik önce, taklit ettik, Hezarfen Çelebi olup bir çift kanat takıp uçmaya çalıştık, düştük-kalktık bir daha denedik, bu şekilde olmayınca başka yolları, usulleri denedik ve sonunda göklerde uçmayı başardık ve geldik bu güne.
Sadece teknik, teknolojik bağlamda değil her bağlamda var olan sınırlarımızı zorluyorduk sürekli olarak, adete “hükmü zamanının elinde olan dama tahtasında oyun oynayan çocuklar”[1] gibiydik adeta. Sadece anatomik, fizyolojik sınırlarımıza isyan etmedik, “hayvani, nefsani-olan” yaşam biçimimize de isyan ettik. Olan yaşam biçimleri bize yetmedi ve olması gereken normatif değerler üzerinde de düşünmeye başladık. Sürekli birbirimizle savaşıyorduk, birimiz Habil bir başkamız Kabil olarak hep karşı karşıya gelip savaşıyorduk. Bu savaşlar canımızı yakmaya başladığı andan itibaren bir hedef olarak kendimize “barış” ülküsünü/idealini koyduk ve o gündür bu gündür hala kendimizle ve diğeriyle “barışmaya”, barışı mümkün kılmaya çalışıyoruz.
Çeşitli nedenlerle kendimizden ve ötekinden nefret eder haldeydik ve dedik ki, nefretin yerine “sevgiyi koymalıyız” ve türdeşler olarak birbirimizi tüm farklılıklarımıza rağmen sevmeliyiz ve işte o gün bu gündür hala birbirimizi sevmeye çalışıyoruz.
Bu bağlamda aldığımızda insan için rahatlıkla şu analizleri yapabiliriz; İnsan henüz “barışçıl” değildir ama olmaya çalışmaktadır. İnsan henüz bir “seven/sevgili” değildir ama olmaya çalışmaktadır. İnsan henüz adil değildir ama olmaya çalışmaktadır. İnsan henüz iyi değildir ama iyileşmeye çalışmaktadır. İnsan henüz adil değil ama adil olmaya çalışmaktadır ve aslında tüm bu parçaları toplayıp da toplamında okuma yaparsak, insan henüz insan değildir ama “olmaya-çalışmaktadır.
Bir yanda dünyanın, insanın, yaşamın olan halleri var bir yanda da formalize ettiğimiz, olması gerekenlerimiz var. Bu dünyanın, insanın, hayatın hali ortada. Tüm o tarihsel çabalarımız rağmen, tüm çağlar, zamanlar boyunca olanlar alanımızdaki bu sefaleti gidermekte yetersiz kalıyoruz, kaldık. İlkçağın insanı ortaçağdan, ortaçağın insanı yeni çağdan, yakınçağın insanı içinde bulunduğumuz çağın insanından genel olarak, kamusal alanlar itibarıyla daha mı iyi veya kötüydü, daha mı mutluydu veya mutsuzdu soruları kayda alınması ve üzerinde düşünülmesi gereken önemli sorular/sorunlardır. Eşitlik, kardeşlik, özgürlük, adalet, barış, erdemli olmak gibi onca ülküsel ve güzel “olması gerekenlerimiz” olmasına ve bunlar uğruna bunca savaşlar vermemize rağmen tarihsel........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein
John Nosta
Joshua Schultheis
Rachel Marsden