menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Futbol ve ahlâk üzerine düşünceler

19 18
18.10.2025

Hakem düdüğüyle başlayan bir tören değildir futbol; kusurlarıyla yaşayan bir alışkanlıktır. Onu ahlâkın sınandığı bir laboratuvar gibi görmek, en başta kategorik bir yanılgıdır. Çünkü oyun, içinde doğduğu dünyanın aklıyla çalışır. Dünyada güç nasıl işliyorsa, futbolda da öyle: Kurallar var ama çıkar güçlü; adalet arzu ediliyor ama sonuç belirleyici. Bu yüzden sahada gördüğümüz çoğu şey, dışarıdaki hayatın sade bir yansımasıdır —kimi zaman da büyütülmüş bir kopyası. O hâlde adalet beklentisini merkeze koymak, oyunu yanlış yerden okumaktır.

“Âdil bir futbol” talebi, kulağa soylu gelse de yapısal gerçeklerle çakışır. Birincisi, baskın psikoloji: Tribün kimliği. Taraftarlık, dünyayı iki renge indirir. Aynı pozisyonu kendi lehimize yorumlamak için özel bir çabaya bile ihtiyaç yoktur; zihnin hazır önyargıları çalışır. Grup aidiyeti, adalet talebini hemen bükebilir. Bu refleks, her maç yeniden üretilir. Kimin “haklı” olduğuna ilişkin kanaat, çoğu kez sonucun gölgesinde şekillenir; pozisyonun kendisi değil, tabeladaki sayı belirler ölçüyü.

İkincisi, dilin kılıfı. Örneğin maç içinde zaman çalmak “tecrübe”, hakemi aldatmak “kurnazlık” adını alır. Sözcükler, davranışın niteliğini dönüştürmez ama algıyı dönüştürür. Böylece “yapılabilir olan” ile “yapılması gereken” arasındaki çizgi sessizce kayar. Kuralın dışına taşmanın utancı azalır; başarı anlatısı içine gizlenir. Dürüstlük, “safdillik” diye kenara itilirken, kurnazlık “oyunun gerçeği” diye merkezî bir değere dönüşür.

Üçüncüsü, teşvik sistemi. Futbol artık büyük bir iş. Her bir puanın ciddi bir parasal karşılığı var. Teknik direktörün koltuğu haftalık form grafiğine bağlanır; oyuncunun sözleşmesi gol ve asist sayısıyla nefes alır. Böyle bir iklimde “en doğru” davranış, çoğu zaman “en kazançlı” olanla çakışır. Ahlâk, mâliyet kalemi gibi görünmeye başlar. Kulüp sözcüleri, federasyonlar, hakem kurulları… Hepsi, dışarıdaki güç dengeleri gibi konuşur. O yüzden “adalet” dendiğinde anlaşılan, çoğu kez “bizim çıkarımıza uygun karar”dır. Bu da beklentiyi daha doğmadan tüketir.

Dördüncüsü, teknoloji yanılgısı. VAR gibi araçlar adalete yaklaşmak için devreye girdi. Yaklaştık mı? Belki bazı uçurumlarda, evet. Ama teknoloji, ahlâk üretmez; yalnızca görüntüyü keskinleştirir. Gri alanlar geniştir: “Temas var mıydı?​”, “Şiddeti yeterli miydi?​”, “Niyet nasıldı?​” Bu soruların hiçbirini kamera tek başına yanıtlayamaz. Yorumun payı asla sıfırlanmaz.........

© Evrensel