Ve Atlet, ve Mızıka, ve Yaygara, ve Canavar…
Gündem ağır, gündem bunaltıcı.
Hep karanlık.
Ama hep karanlık. Yaz saati uygulamasından vazgeçmemiş kış sabahı gibiyiz.
Başımıza ne geldiğini, neyle, nasıl bir şeyle muhatap olduğumuzu anlamaya çalışıyoruz. Başımızda bir AKP iktidarı var, o kadarını biliyoruz, anlamak için hareket edeceğimiz nokta da burası. İşin uzmanı politika analistleri “AKP iktidarını anlamak onu hazırlayan koşulları anlamaktır” diyerek ta 12 Eylül 1980’e gidiyor ve o günden bugüne Türkiye sağının ve devletin sınıfsal analizine ihtiyaç duyuyorlar. Olgusal olan ile tarihsel olan arasındaki ayrımla ilgili bir durumdur bu. Eric Hobsbawm, bu ayrımın farkında bir tarihçi olarak, yirminci yüzyılı Birinci Dünya Savaşı ile, yani 1914’te başlatır, 1900’de değil; ve Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle 1991’de bitirir, 1999’da değil. Çünkü 1914 öncesi İmparatorluklar Çağı’na aittir ve 1991 sonrası da artık Neoliberalizm Çağı’dır; yirminci yüzyılı diğer yüzyıllardan ayıran, ona kendi özgünlüğü veren deneyimler bu zaman aralığında yaşanmıştır. Tanzimat Dönemi de mesela yine aynı bakış açısıyla II. Mahmut ile başlatılır, Ferman kendi saltanatının başlangıcında ilan edilen Abdülmecit ile değil. Veya Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunun 1923 değil 1908 Devrimi ile geldiği de söylenir. Aynı şekilde, AKP iktidarı da olgusal olarak 3 Kasım 2002’den itibaren başlamış gibi görünse de tarihsel olarak 12 Eylül 1980 ile başlar. Darbe hakkında 2020’de hazırladığı kitaba Tanıl Bora o yüzden 40 Yıl 12 Eylül adını vermişti, 12 Eylül’ün kırkıncı yılı değil. 40 yıldır süren bir şeydi çünkü. Artık 45 oldu, 50’ye doğru da gidiyor. Yani halen 12 Eylül atmosferinde yaşıyoruz.
Fotoğraf: Atilla Birkiye
Fotoğraf: Atilla Birkiye
Atilla Birkiye’nin son romanı Körfezde Sıkıyönetim’i okurken bir kez daha emin oldum buna. Birkiye’nin romanı 45 yıl öncesine, 12 Eylül 1980’e götürüyor bizi; 12 Eylül askeri darbesinin ilk günlerinde, kökleri iki kız kardeşe dayanan iki ailenin, damatlar ve gelinlerle beraber hısım akraba elli üç kişinin, bir de bekçiyle elli dört kişinin yaşadığı yazlık bir sitede geçiyor roman.
Birkiye, 12 Eylül ve sıkıyönetim dönemini daha önce başka romanlarında da işlemişti. Yazarın ilk romanı olma özelliği taşıyan 1992 tarihli Son Yemek, darbe dönemini endişe içindeki genç bir yazar üzerinden anlatıyordu. 1995 tarihli Soldan Sağa, darbenin toplumsal, siyasi ve ahlâkî sonuçlarıyla ilgileniyordu. 2010 tarihli İstanbul’da Aşktan İkmale Kalanlar romanında da yazar rolüyle başkarakter olarak yer alan Birkiye, aşkta başarısız olmuş talebelerine ödev olarak kendi romanlarını okutuyor, dolayısıyla darbe atmosferindeki yaşamı “aşk” ile anlatıyordu. Körfezde Sıkıyönetim ile 15 yıl aradan sonra 12 Eylül 1980’e bir kez daha dönüyor Birkiye. (2020 tarihli Sevgi Soysal’la Son Röportaj romanında da 12 Eylül vardır ama orada darbe dönemi hikâyenin zamansal bir uğrağıdır, romanın bütün bir atmosferi değil.)
Körfezde Sıkıyönetim, 12 Eylül’ün “geçivermemiş geçmiş” olması nedeniyle, aslında bir dönem romanı olarak değil de bugünün bir analojisi olarak yorumlanabilir, hatta öyle yorumlamak daha doğru olacaktır.
Romanın başında siteye gelen askerler ordunun yönetime el koyduğunu, sıkıyönetim ilan edildiğini bildirip, siteden dışarı çıkılamayacağını, site sakinlerinin hiçbir yere gidemeyeceğini söyler. Bu andan sonra roman site sakinlerini oluşturan bireylerin, hayatın olağan akışında, yani sitenin sıkıyönetim koşullarındaki........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Rachel Marsden
Daniel Orenstein
John Nosta