menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Birileri var

42 1
27.09.2025

Günler öyle bir geçiyor ki bazen kendimi bir pervaneye yüzümü yapıştırmışım da kanatları aralıksız suratımı tokatlıyor gibi hissediyorum.

Yasaklandı, tutuklandı, gözaltına alındı, kaldırıldı, engellendi, müdahale edildi, yaralandı, öldürüldü, duruşma bilmem nereye ertelendi...

15 yaşlarımda savunduğum daha insanca bir yaşam tasvirini şimdi dile getirsem topla tüfekle harcanırım sanki. Millet aç aç, insanlar tutuklu, insanın da ayağı azıcık yere basmalı, diye.

Oysa insanca yaşam kavramı geriletilir bir şey olmamalıydı.

Şükürcülük herkese sirayet etti, sadece karın doyduğu ya da işsiz kalınmadığı ya da evden atılmadığı için bile şu hayata minnettar yaşanır mı?

Birileri öyle büyük acılarla yüzleşiyor ki kalanlar haline şükredip halı altına süpürüyor kendi dünyasındaki sitemleri, beklentileri, hayalleri, niyetleri. Şimdi bunların yeri mi?

Haberlere ve tartışma programlarına bakınca ve hatta kafan dağılsın diye sinirin kaldırırsa gündüz kuşağına, hangi ülke bu diye bir yabancılaşma geliyor insana. Bana geliyor yani, bilmiyorum okuyucu da aynı fikirde mi?

Bu dil, bu üslup, bu yaşananlar, bu abartılı kötülük, bu kapkara kötücüllük köklendiğim yerde mi gerçekten de? İşçi-memur-çiftçi çocukları olarak dünyaya gelip sokaklarda gece geç saatlere kadar yakantop-lastik oynadığımız, ailece gittiğimiz pikniklerde doyasıya mangal yapıp kokmuştur diye yandaki çardaklarla paylaştığımız, kalabalık sofralarda dostlar ağırladığımız, sahil boylarını koltuk altımızda bir güneş şemsiyesi, pazar çantamızda günlük istihkakımız ile bedavaya gezdiğimiz, gittiğimiz şehirlerin ilk müzesini gezdiğimiz, dinlediğimiz müziğin türünü tarif edebilecek kadar bilgiye, gittiğimiz şehrin tarihini, neyin yetiştiğini, hangi ilçelerinin neyiyle meşhur olduğunu bilecek eğitime, ailecek lokantada yemek yemenin çok da büyük bir olay sayılmadığı kadar ekonomik güce sahip olduğumuz o ülke burası mıydı? Devletin televizyonunda yılbaşı akşamları şampanya patlatılan ve Zeki Müren’inden Ajda Pekkan’ına herkesin yer aldığı ekranda çıkan dansözü evimizden alkışlayarak geçen ve o zamanlar bize hayli saçma gelen bir çocukluğumuz vardı. Biz saçmalığın ne olduğunu her gün baştan öğreniyoruz.

Tükeniyoruz.

Böyle anlarda bir gaile, bir teselli, bir umut ışığı arıyor insan. Ben hemen sokağa bakarım, oradan oraya koştururken kaçırdığımız neler oluyor hayatta acaba?

Geçen hafta İstanbul’da Fringe Festivali vardı. Sokakta afişte gördüm. Bilmiyordum Fringe nedir. Bir şey daha öğrendim. Ta 1947’de Edinburg’ta bir festivale davet edilmeyen 8 ekip bir kenarda kendi kendilerine gösterilerini sunmuşlar. Zamanla yenilikçi, yaratıcı performans sanatçılarının........

© Evrensel