menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

SIFFİN VE KERBELA GÖLGESİNDE ALEVİLİK

12 0
14.11.2025

Hz. Ali (k.v), Cemel vakasından sonra Ümmet-i Muhammed’in birliği ve dirliğini sağlamak maksadıyla Suriye’ye yöneldiğinde ilk uğrak yeri Basra istikametidir. Malum Basra’da işleri hal yoluna koyduktan sonra bu kez Kufe istikametine doğru yönelip Şam’a yakın bir yerde konaklar. Hiç kuşkusuz buraya konaklama öylesine sıradan bir konaklama değildi, bilakis burada konaklamakla Muaviye’ye ince bir göndermeyle 'sıra sana da geldi' mesajı verilmiş olunur. Ancak ne var ki, Hz. Muaviye bu mesajı görmezden gelip her zaman ki gibi Hz. Ali (k.v)’e biat etmeyecektir. Hatta kendisiyle istişare edilmesi yönünde taleplere kayıtsız kalıp tüm müzakere yollarını kapatmayı yeğler. İster istemez bu hal vaziyet içerisinde Cemel vakasından bir yıl sonra kılıçlar kınından çıkıp her iki ordu da Sıffin ovasında karşı karşıya gelmiş olur. Aslında bu karşı karşıya geliş bir anlamda Emeviliğin Haşimiliğe olan başkaldırışı bir karşılamadır. Ve o an gelip çattığında her iki tarafta Sıffin ovasında ne için savaştıklarının bilincinde olmaksızın göğüs göğüsse girişilen bu muharebede tarihe çok büyük kayıpların yaşandığı bir vaka olarak geçecektir. Böylelikle Resulullah (s.a.v)’in daha hayatta iken söylediği; “Ya Ali ben Kur’an’ın tenzili üzerine, sen ise tevili üzerine çarpışacaksın” diye beyan buyurduğu mucizevî hadis-i şerifin sırrı Sıffin ovasında zahiren vuku bulmuş olur. İşte bu nedenledir ki İslam âlimlerin kahır ekseriyeti Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında kıyasıya geçen bu mücadelenin arka planında yatan ana nedeninin ictihada dayalı bir mücadele olduğunda hemfikir olmuşlardır.

Evet, Sıffın vakası büyük kayıpların yaşandığı bir savaş olmanın ötesinde aynı zamanda Haricilerin Hz. Ali'nin saflarından kopmasını da beraber getiren bir savaştır. Düşünsenize Sıffin vakasına kadar halifeye olan sadakatlerinde kusur eylemeyen Hariciler, savaş meydanında o anda hakemlik meselesinde ihtilafa düşüp Hz. Ali (k.v) ile yollarını o anda ayırabiliyorlar. Hani sırf yollarını ayırsalar bir nebze olsun hadi neyse deriz, ancak bir bakıyorsun muhalif kanatta olurlar. Yetmedi Kur’an’da geçen; “Hüküm Allah’ındır” ayetini Hz. Ali (k.v)’e karşı kalkan olarak kullanacak kadar had hudut bilmez olabiliyorlar. Hz. Ali (k.v) ise haddi hududu aşan bu ifadeler karşısında:

-“Dile getirdiğiniz bu sözlerle aslında emirlik Allah’ındır demek istiyorsunuz. Oysa emirlik olmalı ki, onun vasıtasıyla bütün işler görülebilsin..” diye beyan buyurmakla ayet-i celilenin hakiki manasını yüzlerine karşı ortaya koymuş olur.

Malumunuz Hariciler aynı zamanda iyi Kurrâ ehlidirler, yani Kur’an’ı iyi hıfz etmiş okuyuculardı, ama neye yarardı ki. Bir kere Kur’an’ı hıfz etmiş olarak iyi okumak, ayetlerin mana ve ruhuna vakıf olmak manasına gelmezdi ki. Zaten değil midir ki, onlar Kur'an'ın mana ve ruhundan uzak okuyucular olarak adlarından söz ettirdiler, bu yüzden sırf hıfz etmenin gurur okşayıcılığıyla karşılarına çıkan her kim olursa olsun kâfir ilan etmeyi kendilerine vazife edinmişlerdir hep. Hakeza Haricilere bir bakıyorsun Hz. Ali (k.v)’in safından niye ayrıldıklarını kendilerine sorulduğunda; verdikleri bilgi kıtlığı cevapla; 'Sıffin vakasında hakeme başvurmayı' gerekçe olarak göstereceklerdir. Oysa Hz. Ali (k.v) başlangıçta Kur’an sahifelerinin mızraklara takılmasının bir tuzak olduğunu defalarca telkin etmişliğine rağmen onlar inadım inat Hz. Ali (k.v)’i hakem tayin hususunda kabul etmeye mecbur kılacaklardır. Böylece had hudud bilmezlikleri ve cehaletleri yüzünden tarihin seyri kanlı yılların yaşanmasına evirilecek hadiselere yelken açılmıştır.

Evet, bu tarihi evrilmenin başlangıcında öyle anlaşılıyor ki, Hz. Ali (k.v) hilafet ictihadıyla, Hz. Muaviye'nin de saltanat içtihadıyla giriştikleri bu mücadelenin yanı sıra birde bunun üstüne üstük bedevi (Harici) kılıçlarına maruz kalınan bir süreç yaşanmıştır.........

© Enpolitik