menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Selahattin Demirtaş ya da “Sokak Ulusu” (I)

28 1
29.06.2025

Selahattin Demirtaş’ın son romanı Jamal’de bir görünüp bir kaybolan, politik yoğunluğu yüksek cümlelerden biri: “sokak özgürlüktür, özgürlük sokaktadır.” Efes Pilsen’in “sokakta hayat var,” mottosunu çağrıştıran, fakat bu türden kapitalist-reklamcı mottolarla münakaşaya tutuşan bu ilginç söz; başta “aşk” olmak üzere romanın belli başlı estetik ve siyasal problemlerini yörüngesinde tutar. Bir motto ya da klişe değil, esasen erotik ve davetkâr, sıcak bir slogandır bu. Metnin kimi dönemeçlerinde ya da tıkanma noktalarında hatırlanan, lakin derhal unutulan bu sloganın ajitatif değil, daha ziyade müspet mânâda propagandist bir tasarrufu söz konusu. Romandaki kök-fikri, yani ev ve sokak arasındaki tarihsel yarılmayı ve çatışmayı sorunsallaştıran, sokak imgesini siyasal bir yüzeye yayan, özgürlük sorununu da muhataplarına –hazırdaki okurlarına– yeniden ve başka açılardan taşıyan bir tasarruf: Slogan kristalleşmiş fikirdir; bu fikir tutkulara ve duygulara olduğu kadar sınırlara ve hedeflere de işaret eder. Bir sloganın yegâne arzusu ise geniş ve daha uzak kesimlere ulaşmak, Che’nin lafıyla “dilden dile dolaşıp” söylemsel dünyada bir yer edinmek, mümkünse tekrarlanmak suretiyle de canlı kalmaktır.

***

Bir baskın düzenler gibi aniden değil, ritmik adımlarla, derece derece kendini duyuran bir politik işlemle, “sokak özgürlüktür, özgürlük sokaktadır” sloganı da tekrarlanarak, her tekrarda harici içerikler edinerek metnin ağırlık merkezine yaklaşıp uzaklaşır Demirtaş’ta. Ne var ki, slogandaki özgürlük istenci –ev ya da Marx’taki şekliyle zorunluluk fikriyle değil- daha baştan bizzat sokak tarafından kilitlenmiş haldedir. Zira bir değil, iki sokak vardır Demirtaş’ta: kurucu ve yıkıcı, negatif ve pozitif, hâsılı biri diğerini yoldan çıkarmaya, etkisiz kılmaya azmetmiş iki sokak tasavvuru... Negatif sokak imgesi, aslında hâlihazırdaki sokak gerçekliğinden, en azından bu gerçeklikle bağlantılı imajlardan mürekkep yayılmacı bir imgedir. Demokratik bilinci yer yer karartan, düşünsel krizler üreten, yazarı da metnini de sıkıntıya sokan bu negatif-sokak imgesi paradokslar ve çelişkiler üreten belalı bir parametredir. Nitekim “sokak özgürlüktür, özgürlük sokaktadır,” sözüne daha kuruluşunda, hatta kurulmadan önce musallat olan bu negatif imge, özgürlükle taçlandırılacak sokak imgesini, Ernst Bloch’un tabiriyle sosyalist estetiğin “arzu manzaralarını” sadece huzursuz etmez, imkânlarına da gölge düşürür, depresif bir alıntıyla:

“Sokakta yürüyen insanlar, dolaşan insanlar geçici olarak bir araya gelmişler midir? Gelmişlerdir. Bununla birlikte, uluslaşma süreçlerini tamamlayamayıp arafta kalmış, ortak bir dili, ortak bir ülküsü, ortak bir geçmişi ya da duygusu olmayan yapay bir ulus gibi midirler? Tabii ki gibidirler. Onları bir arada tutan tek şey sokaktır, tek ortak paydaları o an sokakta bulunmaktır. Bu nedenle sokaktaki insanlar birbirlerine güvenmezler. Kimi çantasını sıkı sıkı kavrayarak yürür, kimi çocuğunun elini bir an bile bırakmamaya özen gösterir; çoğu sık sık cüzdanı yerinde mi diye yoklar. Kadınlar tacizden kendilerini korumak için sürekli tetiktedir. Esnafsa malları çalınmasın diye her daim teyakkuz halindedir. Herkes göz ucuyla birbirini gözetler, tehlikenin nereden geleceğini anlamaya çalışır gibidir. Aralarında sevgi yoktur, zoraki ve kırılgan bir saygıyı da saymazsan düpedüz herkes birbirinden neredeyse nefret eder ve ürker gibidir. Sokaktaki yığınlar bu haliyle sele kapılmış kütük misali oradan oraya savrulurken, aslında sokağın kontrolü altında olduklarının zerrece farkında değillerdir. Hepsi efsunlanmışçasına veya zombi misali tüm benliklerini yitirmişçesine amaçsızca dolanıp dururlar. Oysa sokak özgürlüktür, özgürlük sokaktadır.”[1]

Elias Canetti tartışıyordu: modern kitle hareketlerinin vazgeçilmezlerinden olan slogan kelimesi, Kuzey İskoçyalı Keltlerin mitolojisinde “ölülerin savaş çığlığı” anlamına gelir ve aktüel kullanımı da hâlâ bu bağlamla alakalıdır.[2] Ölülerin ruhlarının yaşayanların bedenlerinde yeniden cisim bulması, hatta henüz kapanmamış bir hesabın görülmesi anlamında slogan. Demirtaş’ta bu bağlam tersine çevrilmiş gibidir zira çoktan ölmüş yaşayanların –zombilerin– çığlığı değil, sessizliği ve çıkışsızlığı; hareketi değil, donukluğu ve siyaseten tıkanıklığı çok daha baskındır. Burjuva toplumunun otomatikleşmiş edimlerini zombi dalgalanmalarıyla icra eden kitlelerin –ve elbette bireylerin– vaziyetiyse içler acısıdır: kimse kimseye güvenmiyor, “herkes birbirinden nefret ediyor” ve ölümüne korkuyordur. Hâl böyle olunca özgürlük istencinin çanına ot tıkayan, daha yüksek beklentilerle süslenmiş sokak imgelerini solduran şey esasında ne ev ne de zorunluluktur: Alttan alta çalışan bir “güvenlik” fikri ve ihtiyacı negatif sokak imgesinin sadece omurgasını oluşturmaz, aynı zamanda alternatif sokak imgelerini ve fantezilerini de ipotek altına alır. Her an vuku bulma ihtimaliyle “tehlike” her yerdedir; “kontrol” –iplerse– başkalarının elindedir, özgürlük mekânları diye kodlanan, sol-demokratik bilincin estetize ettiği sokaklar aslında fiilen “suçun” cirit attığı tekinsiz alanlardır.

***

Suç, güvenlik ve yasa: Demirtaş’ın çizdiği negatif sokak imgesi Hobbes’un “herkesin herkesle savaşı” olarak formüle ettiği “doğa durumu” fikrine de dolayımlanır. Öldürme de dahil olmak üzere zarar vermede herkesin herkesle eşit olduğu, yaşamın kısa sürüp ölümünse aniden gerçekleştiği bir savaş hali olarak bu “doğa durumu”; medeniyetin geride bıraktığı bir evre ya da Yasa’nın engellediği bir potansiyel olmak şöyle dursun, mevcut toplumsal ilişkilerin tamamına yayılmış ve sirayet etmiş organik bir gerçekliktir. Yığınla yasaya ve araca rağmen sadece bedenlerin değil, “cüzdanların” ve “çantaların” ve dahi esnaf tezgâhlarının –pazarın–, bu durumda özel mülkiyetin de dokunulabilir ve risk altında olduğu huzursuz bir düzendir bu. Bu düzen ve huzursuzluk muktedirlerce dikkatle ve ince ince yönetilir, mütemadiyen toplumsal dokuya hasar veren, Freud’un tabiriyle “saldırganlık içgüdüleri” ise ne ıslah edilir ne de........

© Birikim